Kaldırımda Satırlar


Kedi, sen ve kaldırım,


Bir küçük adımda, yanındayım.
Kalp acısı yanımda hala,
Tavla taşları kulaklarımda tıkırdıyor,
Kulağım sende hala.

Söylediklerin: dudaklarından daha önemli mi?
Bilemem. Bana öyle gelmiyor.

Ara sıra susuyorsun ya;
Benim sıram zannediyorum.
Dudakların kurumuş oysa
Islatıyorsun, temiz sandığın bardakla.
Sonra, devam kıpırtılara,
Dudak kıpırtılarına.
Kediyi göremeyecek kadar söyleyeceklerin var.
Kedi kaldırıma, ben sana dönüyorum.

Daha bir laf edemedim. Şikayetim yok,
Sakın ha!
Bana söz sırası gelecek diye ürküyorum
Gözlerimi senden alıp, kelimelere vereceğim,
İstemiyorum.

Kedi de bana bakıyor. Ama biliyormuş gibi

O daha sakin benden,
Çok lakırdı duymuş sanki.
Çok adam görmüş belli.
Halinden,tavrından belli.

Bayağı güngörmüş kedi.

Hakkın İlahisi


Eğer sen doğruysan, ben cetvelim.
Eğer sen yargıçsan, ben mahkemeyim.

Okuduğun o kitapsa,
Ben cehaletim.

Yazdığın şu satırsa,
Ben körler alfabesiyim.

Dokuz doğursa senin için dağlar,
Ben o dağların geçit vermez tepesiyim.

Kibir, haslet, yalan seninse,
Ben efendinin, efendisiyim.

Işıklar Yansın!

./..
Işıklar yandı. Kalktılar. Başkalarının arasında, yanyana çıkarlarken Ekrem sordu:

- Filim iyiydi, değil mi?
- iyiydi, dedi gülümseyip.

 Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde sözle, yazıyla, resimle ya da susarak. Kasabanın ileri gelenleri için genç adamı öldürtmek çok kolaydı. Gene de, saçma da olsa, tek başına bir şeyler yapılabileceği sanısını veriyordu; insan katılıyordu bu yalana.

Yusuf Atılgan,Anayurt Oteli;Can yayınları © 2017. Sayfa 62-63.

Bugünkü Halimiz

 
"İnsanın, geliştiği filan yok. Yalnız kusurlarına alışıyor, o kadar. "


Oğuz Atay, Günlük S.224, İletişim yayınları, 5.Basım.

Çeşmenin Kör Tıpası 2. Versiyon

2.Versiyon

Yattığım yerden doğrulamıyorsam, çocukluğumda zıpkın gibi kalktığım içindir.  

Koşarak yüzümü yıkadığım çeşmenin kör tıpasına bakarken, çeşme suyunun aktığı mermer yalağın içinde; boş bir ayran kabı rüzgarla çeperine doğru savruldu. 

Buruşturulup atılmış, kebapçı kağıtlarının kırmızı renkli, donuk salçalı yağ lekeleri tabloyu tamamlıyordu.  Çeşmenin üzerinde asırlar önce yazılmış, eski dildeki yazı çocukluğumdaki gibi kabarık harflerle bana bakıyordu.

Tercüme edilse ve yanına münasip bir levha asılsa ne güzel olurdu diye düşünürdüm. Aynı düşüncenin hayata geçmemiş olması ve tanıdıklığı zig zag yapıp, zihnimde sallandı.➽➽

Kirlenmişti hatıralarım. Temiz tutmaya çalıştığım her şey gibi onlar da kirleniyordu.  Hatıralarımı kirletmelerine izin verirsem; sabahları kalkamıyordum. 

Kent, yatağından kalkmakta zorlanan yüzlerce büyümüş çocuğa yataklık ediyordu.  Kocaman bir suç örgütü faaliyetteydi.  Asayiş kalmamıştı.  Adalet, ırak bir hatırlayışın aks-i sedası gibiydi yüzlerce kentlinin zihninde.  

Bir, kirli çeşme başını tutmuş sırtlan sigara içiyordu köşede.  Sırtlanlar köşe başında, kurtlar masa başındaydı.  Devasa bir zihin karmaşıklığında kuzu kuzu yürüyordu kentli insanlar.  Sırıtıp duruyordu, köşe başındaki sırtlan.  

Havada tor top olmuş bir yağlı kağıt uçuşuyor.  Bir masa başının yağı-kiri bulaşmış halde; suları kirletmeye doğru gidiyordu.

Çöp kutusunun ötesindeki çöpler, yürüyerek giden kuzuların gözüne batıyordu. Başları hep öndeydi.  Sırtlan yere tükürdü.  O ayakta ve başı dikti. Dişleri kahverengi, gözleri kısıktı. 

Bu duygular bana ait değildi.  Sokak başındaki lamba aydınlık, arkası ise karanlıktı.  Yavaş, yavaş uyanıyordum.  Hemen gözlerimi açsam, hangi düyaya uyanacaktım?  

Tereddütlü bir dünyaya uyanmak istedim.  Tereddüt ettim.  Gözlerimi açmadım.  Kapalı kaldıkça; endişem arttı.  Sırtlan gülerek bana doğru yaklaştı.  Baktım olmuyor, koşarak uzaklaştım.  Sokak lambasının arkasına geçtim.  Karanlığın içerisinde kaybolmak istedim.  Olmadı.  Kaybolamadan , gözlerimi açtım.  Zıpkın gibi fırladım. Yüzümü yıkadım.  

Uyandım, çünkü korkularımla buluşacaktım..

Çeşmenin Kör Tıpası 1. Versiyon

1. Versiyon


Yattığım yerden doğrulamıyorsam, çocukluğumda zıpkın gibi kalktığım içindir.  

Koşarak yüzümü yıkadığım çeşmenin kör tıpasına bakarken, çeşme suyunun aktığı mermer yalağın içinde; boş bir ayran kabı rüzgarla çeperine doğru savruldu. 

Buruşturulup atılmış, kebapçı kağıtlarının kırmızı renkli, donuk salçalı yağ lekeleri tabloyu tamamlıyordu.  Çeşmenin üzerinde asırlar önce yazılmış, eski dildeki yazı çocukluğumdaki gibi kabarık harflerle bana bakıyordu.

Tercüme edilse ve yanına münasip bir levha asılsa ne güzel olurdu diye düşünürdüm. Aynı düşüncenin hayata geçmemiş olması ve tanıdıklığı zig zag yapıp, zihnimde sallandı.➽  

Neden bir şeyler değişmiyordu? Ya da aynı kalmasını istediğim şeyler hep değişip duruyordu. 

Duygulara, hayal kırıklıklarına anlam yüklemek bilişsel ustalığın master teziydi adeta. Neden kızgındım?  Neden mutsuzdum?

Nedenlerini bulunca kırık iyileşecek gibi geliyordu.  Kalp ile beyni birbirine bağlayan bir bağ olmalıydı.  Ancak, üzüntüyü ve sevinci kalbe; tasayı ve aydınlanmayı akla bağlamak da neyin nesi, kimin fesiydi? 


Kaygı,özlem ve umut bilmecesinde adam asmaca oynanmıyordu. Olmuyordu .  Sorular öyle çözülmüyordu.  Acıyordu işte, özleniyordu yokluklar. 


Analojiler de derde deva olmuyordu.  Bak: millette ne dertler var?  Aman canım başka ülkelerde savaş var.  Etrafımız ateş çemberi.  Dünyanın çivisi çıkmış. Vesaire, vesaire...

Daha çok oku, daha çok bil, daha çok öğren ve tasaların hafiflesin.  Dertlerini gerekçelendir.  Kategorize et.  Kıyasla!  Küçült. kaldır ilgili çekmeceye, rahatla!

Öyle mi?

Hadi, öyle olsun.  İçimdeki pırıl pırıl dünya da yine benim olsun.

Uyandığımda; birdenbire yok olsun...