Yerel Seçim Sonuçlarına İlişkin Kamuoyu açıklaması


Çok Değerli Okurlarımız,

Bir seçimi daha demokratik haklarımızın en kutsalını kullanmış olmanın kıvancıyla geride bıraktık.  Hayırlı, uğurlu olsun! 

Türkiye genelinde yaklaşık 53 Milyon seçmen oy vermek için davet edildi. Bunların %90 ( ki bu rakam çok yüksek bir katılım oranı) yaklaşık 195.000 sandıkda oy kullandı.  Başka bir deyişle, 47 milyon oy kullanıldı. 27 Milyon kadın seçmenin oy kullandığı seçimde bu kadar az sayıda kadın aday çıkması dikkat çekicidir. Bu tabloyu terse çevirdiğinizi gördüğümüz Hakkari, Diyarbakır, Aydın'li belediye başkanlarımızı tebrik ediyoruz.

Bu seçimlerde süpriz olmasına izin çıkmadı.  Beklemediğimden değil.  Elbette ben de herkes gibi bazı süprizler bekliyordum.  Ama olmadı ve STATÜKO kazandı.  Evet, seçmen konfor alanından çıkmak istemedi. Bu seçimlerin kazananı partiler değildir.  Daha ziyade seçmenin değişim istememesi veya daha doğru bir ifadeyle değişimi teklif eden adayların yeterince ikna edici olmamasıdır.

Çok küçük bir yüzde haricinde hiç bir büyük belediye el değiştirmedi.  Bunların istisnası Ankara ve Antalya ve Mersin'dir. Her ne kadar Ankara'da eski başkan, Antalya'da bir dönem önceki başkan seçilmiş görünse de; CHP ve AKP'nin oyları birbirine çok yakın çıktı. Bu yüzden bu sandıklarda statüko ile değişimin kıran kırana mücadele ettiğini söyleyebilirim. Mersin'de de mevcut MHP'li Tarsus belediye başkanı büyükşehire seçildi. Bülent Arınç'ın Manisa'sı da mevcuda sahip çıktı.  Hem köylü hem de işçi nüfusu bol Manisa yine MHP dedi.  İzmir, Eskişehir, Konya, Kayseri, Edirne, İstanbul, Samsun, Diyarbakır, Bursa, Sinop ve Trabzon seçmeni mevcut olan kalsın dedi. Eskişehir'li hocası Büyükerşen'e kıyamadı, Kayseri'li de ağası Özhaseki'yi muhafaza etti. Priştina'nın mirası Aziz başkan, yakın tarihin en icracı bakanı Binali Yıldırım karşı yerini korudu.  Kadıköy, Beşiktaş, Avcılar, Şişli, Bağcılar, Sultanbeyli, Esenler, Fatih, Beyoğlu kabuğunu kıramadı.

Bu tezimin en ilginç örneği Hatay'da yaşandı. AKP den belediye başkanı olan mevcut başkan aday gösterilmeyince CHP den aday oldu ve eski adalet bakanı rakibi Sadullah Ergin'e rağmen mevcut başkan seçimi kazandı.

İstanbul'un analizini biraz daha detaylı yapalım.  2009'dan beri İstanbul'lu bir çok yenilik ile tanıştı. Bunları önem sırasına gore Metrobüs, Kadıköy-Kartal metrosu, Marmaray ve 3.köprü olarak sayabiliriz. 3.havalimanı, Kanal İstanbul ise proje bazında olsa da yurttaşlar arasında konuşuldu. Gezi parkı ile başlayıp, 17 Aralık ayakkabı kutu operasyonları zirve yapan protesto olaylarında Kadir Topbaş diğer partidaşlarına nazaran pasif kaldı.  Recep Tayyip Erdoğan'ın taşırarak doldurduğu pozisyonların çok yakınında durmadı.  Sırrı abinin Gezi'deki filmatokrafik önderliği ve "çare" Sarıgül'ün son dakika başrolüne karşı yerini korudu.  Görünen o ki, İstanbul'da yeni eklenen ( 2009 seçimlerine gore) 700 bin seçmen de ki çoğunun 18 yaş civarı olması gerekiyor Kadir Topbaş'ın temsil ettiği değerlere oy verdi.

Yerel seçimlerde, ortaya çıkan bu durumun başbakan'ın rövanş çağıran tutumunun desteklendiği ya da "bizim millet koyundur" gibi elitist saptamaları da desteklemiyorum.  Değiştirmek istiyorsa; çok daha güçlü ve aynı derecede inandırıcı bir teklif ile gelmeli muhalefet. Çünkü artık çok büyük hatalar yapmıyor iktidardaki belediyeler. Yani, toplanmayan çöp, akmayan su,çukurlu yollar tarihe karıştı. Hele ki yerel seçimlerde buna adayın profili de eklenince değiştirmek isteyen için daha da karışık ve zor bir durum ortaya çıkıyor. Mardin'de Ahmet Türk'ü, Samsun'da Yusuf Ziya Yılmaz'ı, Osmaniye'de Kara'yı nasıl değiştireceksin?

Bu yerel seçimlerin genel seçimlere nasıl yansıyacağını ise bir sonraki bahse bırakacağım.

Esenlikler,

K.K.

  

Marsilya Vapuru ( Senaryo Denemesi)


1-      İÇ / SABAH – IZAK’IN ARJANTİNDEKİ EVİ

Pencereden sızan gün ışığı İZAK ın umursamaz bakışları arasında odadaki toz zerreciklerini parlatarak ahşap zemini aydınlamaktadır. IZAK toz zerreciklerinin dansını seyreder. Gözlerini pencereden dışarıya kaydırır. Güneş gözünü kamaştırır.

 

2-      DIŞ/ÖĞLEDEN SONRA- İZMİRDEKİ MAHALLE

İZAK ile SABETAY Arnavut kaldırımlı sokakta kaldırım taşının üstünde beş taş oynamaktadırlar. Birden üzerlerinde bir gölge belirir.

İZAK ın annesi ( Ladino)

Hadi çocuğum gidiyoruz.

İZAK gözlerini açıp annesine bakar. Annesi telaşlı ve ürkek, kolundan tutup kaldırır. Boyasız ayakkabısı taşları yola doğru savurur.

SABETAY

İZAK ı nereye götürüyorsunuz? Madam Meri?

MADAM MERİ

Yavrucuğum, hazırlanacağız. Yine oynarsınız.

SABETAY , İZAK ın arkasından bakakalır. İZAK, evine doğru ağlayarak annesinin kolunda gider.
 

3-      DIŞ/SABAH- IZAK IN EVİNİN ÖNÜ

Faytoncu, faytonun bagajına bavulları sırayla yüklemektedir. SABETAY faytoncuya sorar.

SABETAY

Amca, kimlere geldin?

FAYTONCU

Madam Meri leri limana götüreceğim. Marsilya vapuruna.

 

O sırada kapıda İZAK ın babası kucağında küçük kızı ile merdiven başında belirir. Usulca ve aşağıya bakarak merdivenden iner. Bebek ağlamaktadır. Bir hamle ile faytonun arka koltuğuna yerleşir. SABETAY evin giriş kapısına doğru bakar. Madam Meri başında şapkası, elinde eldivenleri, yüzünü mendili ile kapatmaktadır. Bir yandan da hıçkırmaktadır. Sonra, usulca, kapıyı kapatır. Başını kaldırır, evin çatışına bakar. IZAK kısa pantolonu, izci şapkası, kahverengi botları ile annesinin elinden tutmaktadır. SABETAY ı görür. Hızla ona doğru koşar, kucaklaşırlar. IZAK elindeki misketi SABETAY a verir.

 

IZAK

Bunu hiç kaybetme. Benim en sevdiğim misketim. Bir gün senden alacağım.

MADAM MERİ, SABETAY ın başını okşar. Çömelir ve kucaklar. IZAK ı usulca ayırıp faytona,  Babasının yardımı ile bindirir. Faytoncu bagaj bölmesinin kayışını, eliyle kontrol eder ve sıkıca bağlar. Hızlı bir adımla, atların arkasına geçer. Kamçısını kınından çıkarır, havada usulca şaklatıp, tiz bir deh der. Atlar başlarını sağa sola çevirir. Ön ayaklarını hafifçe kaldırıp, ilerler. Faytonun arkasından yem kovası sallanır. SABETAY var gücüyle koşmaya başlar. Ellerini faytonun döşemesinde birleştiren, IZAK çenesini dayayarak arkası dönük SABETAY a bakmaktadır. İlk sokağı dönerler. SABETAY ile göz göze gelirler. SABETAY ellerini öne doğru uzatarak nefes nefese koşar. Aniden, tökezleyip yere düşer. Düştüğü yerden kafasını kaldırıp faytona bakar. IZAK kalkıp, atlamak ister. Babası belinden tutar. İki arkadaşın elleri, fayton uzaklaştıkça gözden kaybolur. SABETAY ağlayarak, kanayan dizini tutar. Hemen yanı başındaki kaldırıma oturur. Kirli gözyaşları yanaklarından süzülmektedir. Elinin tersi ile gözyaşlarını siler. Sıkıca kapalı yumruğu IZAK ın misketini tutmaktadır.

 

İÇ- AKŞAM/SABETAY’IN EVİNİN SALONU

Loş salonda, yıpranmış kadife kolçaklı koltukların oturma yerleri tavanda asılı gül motifli avizenin cılız ışığında parlamaktadır. SABETAY ın babası koltukta oturmaktadır. Bacak, bacak üstünde bir bacağını sallar. Mutfaktan SABETAY ın annesinin belli belirsiz konuşmaları duyulur. Yemeği tabaklara koymaktadır. SABETAY holdeki kilimin üzerinde gazoz kapağından tekerlekleri olan zebranın çektiği at arabasıyla oynamaktadır.

ÖMER BEY ( SABETAY IN BABASI)

Gördün mü? Hanım, bu Hitler belası ciddi, vallahi. Baksana kaç senelik komşumuz, burası da işgal olur diye gitti.

VECİHE HANIM ( SABETAY ANNESİ) elinde tabaklar mutfaktan yemek masasına doğru yürür. Bir yandan da “ Allah göstermesin “ der.

ÖMER BEY

Olur mu? canım. Ciddi bu iş. Baksana Marsilya’ya gidiyorlarmış. Oradan da kim bilir nereye? Avrupa’da da barınamazlar artık. Belki de Güney Amerika’ya gidecekler.

SABETAY kulak kesilir. Neler olduğunu anlamaya çalışır. Kafasını sağa sola sallar. IZAK ın misketi cebindedir. Çıkarır bir kez daha bakar. Misketi öper ve tekrar cebine koyar.

BÖLÜM …

İÇ –ÖĞLEDEN SONRA / İZAK IN ARJANTİNDEKİ EVİ

IZAK, sandalyede başını hafifçe öne eğer, gözlüklerini çıkarır, sol elinin baş ve işaret parmağıyla v harfi şeklinde yapar ve gözlerini ovuşturur. Tekrar gözlüklerini takar, sandalyeden hızla doğrulur. Televizyonu açar. Haber kanalını bulmak için birkaç kanal değiştirir. Bulunca durur. Sesini açar. Devlet başkanı konuğunu şaşalı bir salonda ağırlamaktadır. El sıkışırlarken, konuk başkanın maiyetini gösterir kameralar. Bu kişilerin arasında birden çok tanıdık bir yüz görür, IZAK. Yerinde duramaz, başını uzatıp, TV ekranın içine girer gibi hamle yapar. Protokoldeki, bu belli, belirsiz adamın sureti ekranda kaybolur. Başka bir haber girer. IZAK yavaşça, TV nin önündeki divana oturur. Başını iki elinin arasına koyar. Bakışlarını zemine kaydırır. Sevinçle tekrar tv ye bakar. Kanalda reklamlar yayınlanmaktadır.  Telaşla telefon rehberini aramak için masaya hamle yapar.  Sayfaları karıştırır.  TC konsolosluğunun telefonu bulur.  Numarayı çevirir.  Karşıdaki ses İspanyolca cevap verir.
 

KONSOLOSLUK SANTRALI ( ISPANYOLCA)

Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu, buyrun.

IZAK

Merhaba, ben IZAK Bahar. Bugün yurt dışından gelen bir heyetimiz oldu mu acaba? İçinde SABETAY isimli bir zat var mı, acaba ?

 
     ….
 

IZAK ile SABETAY telefonda buluşmak üzere sözleşirler.
 

SON BÖLÜM

İÇ –GÜNDÜZ / IZAK ıIN YATAK ODASI

 

IZAK evde yalnız başına telaşla hazırlanmaktadır.  Aynanın karşısında kravatını bağlar.  Gömleğinin pantolonunun içerisine sokar.  Kemerini takar. En son ceketini giyer, gardropdaki aynaya bakar, odadan çıkar.  Koridoru geçer,  holdeki portmantonun önünde durur.  Ayakkabılarını çıkartır.  Elleri titremektedir.  Ayakkabılarını giyer. Paltosu ve fötr şapkasını alır, paltoyu üzerine giyer, şapkası elindedir.  Daire kapısını kapatır.  Yüzü kapıya dönük loş apartman koridorunda kapıyı iki kez kilitler, döner asansörün düğmesine basar.  Asansör boşluğundan, ilerlemeye başlayan makara sesi “tarrk” diye duyulur.  Alnında birkaç damla ter belirir.  Midesini tutar, dizleri kırılır, nefes alması zorlaşır, şapka elinden düşer, merdiven başına yığılır, yumruğu sımsıkı, eli yavaşça gevşer, avucunun içinden bir misket yuvarlanır, merdivenin başından, basamaklarda zıplaya, zıplaya aşağı doğru gider.  IZAK ın başı merdiven başında, gözleri açık, ağzından bir bardak kan taş koridora yayılmaktadır.          

 

== S O N ==

Yazım tarihi : 04.12.2006

Cümle alemin yaşında bir şehr-i cihan-ı irem(*)


Çok yaşlıyım.  Sizin hesabınıza göre 10.000 yaşından fazla olmalıyım.  Asırları bir yaş gibi saysanız bile yaşlıyım.  100 asırdır, üzerimde insanlar yaşıyor.  Şimdiki soyadım, İstanbul, daha önce Konstantinople, Konstantiniye, Nova Roma, Byzantion idi.   En zor zamanlarımı yaşıyorum.  Üzerimde aç, sefil binlerce insan var. Haris, hırsız, vicdansız insanlara yurt oldum! Heyhat!

Nefes alamıyorum. Ciğerlerimi, başka topraklardan gelen taşlarla doldurunuz.  Kurudum.  Derelerim, ırmaklarım nerdeyse hiç kalmadı.  Bana sadece, hiç bir yolcunun kurutamadığı Boğaziçi kaldı.  Onun da içini fosil yakıt, atık ve çöple doldurdunuz.  Hayvanlarımı öldürdünüz, soyları tükettiniz. Kimilerini kaçırdınız.  Sadece, bir kaçı bununla baş edebildi.  Onlar da sizin, şekerli artıklarınızı tüketmeyi öğrendiler.  Artık, bazı martılar çiğ balık yemeyi unuttular.  Neyse ki karabataklarım soylu çıktılar.  Asil kanlı kuşlar.  Ne sizin vapurlardan attığınız artıklara uçtular, ne de çöplüklerinize.  Balıklarını tükettiğiniz halde aramaya devam ettiler.  Devam da ediyorlar.  Istakozlar kıyıya elli metre açıkta yuva yapardı.  Şimdi, bira kutuları, naylon poşetlere karışmış sürükleniyor sularımda! 

Sizin yaşınızla ölçülmeyecek ağaçlarımı kesiyor yerine beton döküyorsunuz.  Kendinizden olmadığını varsaydığınız ölmüşlerin mezarları üzerine bina dikiyorsunuz! Farkında değil misiniz kanınız renginden!  Siz nereden geldiniz? Nereye gideceksiniz? Bilmiyor musunuz ki, ben hancıyım siz yolcu!

İşte, o vakit geldi, gelecek güle güle YOLCU!





     (*) irem: cennet gibi dünya şehri

İki ayağımın üzerinde dikilirken 9. Bölüm

../8.Bölüm

Doğrusu dinlerken gururla karışık bir şaşkınlık içerisindeydim.  Ne söyleyeceğimi bilmeden can kulağıyla Erdem Bey’i dinliyordum. Sözlerini bitirince bir an duraksadım.  Ben böyle bir şeyi istiyor muydum?  Parayı nasıl bulacaktım?

-          Erdem Bey diye söze başladım.  Böyle düşündüğünüz için size içten teşekkür ederim.  Bu benim için de önemli bir fırsat. Size bir cevap vermek için ne kadar zamanım var?

-          Vallahi, bu ay sonuna kadar yurt dışıyla sözleşme masasına oturmak istiyoruz.

-          Anladım.  Tekrar teşekkür ederim, size Cuma’ya kadar cevap vereceğim.

Bu kadar hevesli olacağımı ben de düşünmemiştim.  Kendi tercihlerim yerine karşıma çıkan bu fırsata bu kadar sarılacağım aklıma gelmemişti.  Bir yandan da bunun olumsuz bir durum olup olmayacağı konusunda git gel yaşamaya başladım.  Neden bu kadar hevesliydim. Sonuçta işimi severek yapıyordum.  Ancak, onun sahibi olmak gibi bir arzum hiçbir zaman olmamıştı.  Hatta iyi maaşlı bir çalışanın, iş sahibi sorumluluğu olmadan patrondan daha havalı olduğunu bile düşünüyordum.  Hala da öyle düşünüyorum.  Bu işin ortaya çıkışıyla oluşan kahramansı havaya kendimi kaptırdım, galiba.  Her şey birden bire oldu.  Erdem Bey’in ortaya atılması, şirketin kapatılmasına karşı tüm çalışanların birleşmesi, sanki bir gecekondu devrimi gibiydi.  Bu destansı kapitalist küçük oyun bahçesinde ben de ufak bir rol alacaktım.  Evet, evet almalıydım, mutlaka.  Belki benim seçimim değildi ama benim fırsatım olabilirdi.  Artık, kararlıydım.  O parayı bulacak, sevdiğim işin patronu olacaktım.  Ama, nasıl?  Parayı nasıl ve nereden bulacaktım?  İlk aklıma geleni yaptım ve annemi arayıp, yarın Bursa’ya geleceğimi söyledim.  Elbette konudan bahsetmedim.  Annemin etli pilavının hayali ile yola koyuldum.

../(devamı yarın )

İki ayağımın üzerinde dikilirken 8. Bölüm


../.
Ertesi gün şirkette devrimden çıkmış edalarıyla yürüyen ile dolmuştu sanki.  Siyah ve lacivert renkler ile boğucu olduğunu o an anladığım bir renk cümbüşüydü insanlar.  Kuzguncuk da roman adları gibi kafe işletenler gibiydi herkes.  Örgü kazak ve hırkalar.  Doğal taş küpe ve bilezikler,  saçlara takılmış nazar boncukları, ellerde kupalar ve içinde bitki çayları ile bir sanat galerisini andırıyordu sanki.   Masada ne yapacağımı bilmeden üzerindekileri karıştırırken Erdem Bey’in yardımcısı belirdi önümde birdenbire.  Benimle görüşmek istiyordu.  Şirketin Che Guevara’sı Erdem Bey.  Doğruca ve beraber ofisine gittik.  Nazikçe ve gülerek beni karşıladı ve yer gösterdi.  Ahmet Bey’i görememiştim ortalarda o gün.

-          Ozan Bey, sizin çalışmalarınızın samimiyetinin farkındayım.

-          Öyle mi? Bunu fark etmenize sevindim, doğrusu.

-          Evet, bu şirket için iyi bir şeyler ürettiğiniz aşikar.

-          Size, bu yeni dönemde güveniyoruz ve ihtiyacımız var.

-          Üstelik, size yanımızda çalışma arkadaşından ziyade, ihtiyacımız var.  Yeni bir ortaklık yapısı üzerinde çalışıyoruz.  Kolektif ve güçlü bir organizasyon ile sermaye yapısını hedefledik.

-          Bu anlamda en az 10 ortaklı ve eşit pay sahipliği hedefliyoruz.  Bu manada 50.000 TL ile yeni ortaklık yapısının içerisinde size %10 ortaklık teklif ediyoruz.  Yurt dışı ile görüşmeler başladı.  Tahminim o ki, bu şirket 500.000 TL ‘ye bizim olacak.

 
(../ devamı yarın)

Paramparça Düşerim


Bölük, pörçük paramparça düşlerim,
Savruluyor kalemimde.
Pahasına geçiyor günlerim,
Her yol hüzne ve kaybolmuşluğa çıkıyor.
Kendim gibi aklımda gidip geliyor,
Sallanıyorum, devrileceğim diyorum,
Bir tutunacak dal buluyorum.

Aklıma, bir kızın hikayesi geliyor,
Bozcaada'da bir berberin kızı.
Esmer saçlı, beyaz tenli.
Vapura bindiriyorum onu,
İskeleden son anda ben de atlıyorum.
Seyretmeye doyamıyorum,
Rüzgar, deniz, ada ve kara.
Kız kayboluyor, benliğimde.
Oysa, yüzlercesi var içimde.

İki parmak üzerindeyim yeryüzünün.
Çocuklarım aklıma geliyor her gün,
Canımın pahası çocuklarım,
Bir, iki günlük zevke kapılıp gidiyorum.
Çekiniyorum,
Duruyorum, hayatın kıyısındayım.
Sanki hayat paramparça;

Düşerim.

Zihniyet Yanlış; Nerede Olursa Olsun Değişmeli!


Bu sayfayı siyasi rüzgar içerebilecek yorumlarımdan uzak tutmaya çalıştım.  Daha edebi olmasını arzu ediyorum.  Hala da öyle.  Bir şey değişmiş değil.  Ancak, insanın yaşadığı şartlar onunda prensip ve niyetlerini belirliyor, şekillendiriyor.  Fevkalade günlerden geçiyoruz.  Çok fevkalade zamanlardan da geçtik.  Bu seferkinin farkı ; düzelmiştik derken, eskinin arazlarının çıkmasıdır  Bu yüzden, bugünkü yazımı daha siyasi sayılabilecek bir zemin üzerinden yapmak istedim.  Müsaade ederseniz.

Zihniyet değişmedi esasında.  Muktedir zihniyeti kastediyorum.  Bu zihniyeti tarihe gömmediğimiz sürece de karşımıza farklı tezahürlerde çıkmaya devam edecek.  İcrada olduğu sürece de kabul edilen, uygun görülen bir matah zannedilecek, bu yüzden def-i bela etmek gerek.


İlk mecliste Atatürk'e muhalif olan Trabzon mebusu Ali Şükrü'nün Ankara'da öldürülmesinden başlatacağım bu süreci.  Hem bildiğim kadarıyla hem de daha fazla tarihi detaylar ile ana fikirden saptırmak istemediğimden ötürü.  Maktul Ali Şükrü Bey, hilafetin kaldırılması ve komünist partili Mustafa Suphi ve 14 arkadaşının öldürülmesiyle ilgili mecliste Mustafa Kemal'e muhalifti.  Onun ortadan kaldırılmasını düşünen bu zihniyetin dedeleri onu Atatürk'ün koruma şefi Topal Osman'ın evinde boğarak öldürdüler.  İstiklal mahkemelerinde de suçlu, suçsuz savunmaları alınan, alınmayan onlarcasının boynuna yağlı ilmekleri geçiren de bu zihniyetti.  Genç cumhuriyetin 2 bakanını ve başbakanını düzmece  mahkemelerdeki yargılama müsveddesi neticesinde idam eden ve baş sayfadan gazetelere basan da aynı zihniyetti.  Benzer zihniyet farklı yorumlansa da, 5-6 Eylül 1955 olaylarında, kendi vatandaşlarının mallarını yağmalayacak ve yağma malların üzerinde bayrağımızı sallandırarak o bayrağı lekeleyecekti. 


Diyarbakır başta olmak üzere, sıkıyönetim ve darbe süresinde cezaevlerini işkence hanelere dönüştüren, oğlu yaşındaki gençlerin cinsel organlarına elektrik veren de bu zihniyetin mahsülüydü.  Maraş ve Çorum'da aynı suyu içtiği komşusunun katleden ve göz yuman da.  Zaten, 13 sene sonra Sivas'ta 33 cana mal olan insaniyetin cenazesinde ortaya çıkıverdiler.  Teroristlerin çıplak ölülerinin fotoğraflarıyla poz verdiler.  Yandaşları da  bu fotoğrafları sosyal medyada kedi, köpek resmi gibi ağızlarından salyalar aka aka paylaştılar.  Tuzla tren istasyonunda hafta sonu eve gitmeyi bekleyen öğrencilere bomba koydular.  Yolcu otobüsü taradılar, kahvehane bastılar.  Mum söndü dediler, komünist dediler, faşist dediler, vatan haini dediler, devlet ve din düşmanı dediler, abdest Alana tarikatçı dediler, Atatürk'ün evini yakmışlar dediler,kısa etek giyene orospu dediler.

İyiler bunlara engel olamadılar.  Milli takım kalesini koruyan sporcuya taş attılar, forvetine çakı fırlattılar.  Kadıköy'de benzincinin önünde polis aracını ateşe vediler.  Taksim'de İngilizi bıçakladırlar.  Dolmabahçe'de genç delikanlıyı.  Trabzon'da, Malatya'da rahibi öldürdüler, Şişli'de yazarı.  Katili ile fotoğraf çektirdiler.  12 yaşında bebeyi anasının gözü önünde babasıyla birlikte sırtına 9 kurşun sıkarak öldürdüler, ayağında terliği vardı.  Manisa'da çocuklara işkence ettiler.  Gazeteciyi göz altında öldürdüler.  Travestileri hortumla dövüp, ahlak bekçisi kesilenler, gece sır olunca rütbesini kullanıp günah işlediler.  Çocuklara tecavüz ettiler.  Barış elçisi beyazlar içinde Pippa Bacca'yı da kirletip, çamurlu Gebze yollarında katleden de bu zihniyetin alkışçısıydı.


Bu zihniyet hangi meslek grubu, siyasi parti mensubu ya da dinden olursa olsun tutum ve davranışları benzerdir.  Teşbihte hata olmaz derler; Myanmmar'da günahsız Müslüman'lara eziyet edenlerin Buda dine mensup olduklarına inanası gelmiyor insanın ama gerçek. 

Eskinin arızalarının nüks ettiği bu günlerde bu zihniyet yine başrolde.  Uludere'de 33 vatandaşını öldürürken başrolde.  Parkta çadır kuran vatandaşına sabaha karşı baskın yapıp çadır yakarken başrolde.  Gaz fişeği kapsülü ile yurttaş avlarken başrolde.  Zulümden kaçanlara sahip çıkanları cadı avı hedefi yaparken başrolde.  14 yaşındaki çocuğun cenazesine saygısızlık yaparken, ona terorist derken, ona sahip çıkanlara ilaçlı su sıkarken başrolde.  Vatandaşından bunlar diye bahsederken, kutsal diye bildiklerimizin adlarını ağzında kirletirken başrolde.  Bağırırken, iterken, coplarken, silah doğrulturken, dozerle yıkarken, rüşvet isterken, verirken başrolde.  Şimdi, daha tap taze bir canın daha ;Burakcan'ın katilleri de bu zihniyetin evlatları.  O kavganın içine evlatlarımızı sokanlar da.

Seyircisi de biziz.  Bu filmi seyreden de, parasını verip bilet alan da.  Alkışlayan da biziz.  Artık, bu film vizyondan kalkmalı.  Bir zamanların çaresizlikten filizlenen yeşilçam seks filmleri furyası gibi tarihe gömülmeli ve izleri kalmamalı. Yenileri ödül almalı, alkışlatmalı.

Bu korkak, hoşgörüsüz, bilgisiz, meraksız, vicdansız, bencil, karanlık, içten pazarlıklı, köhne, yobaz zihniyet ile her zemin ve zamanda mücadele edilmeli. 

Dar ve küçük mensubiyetlere hapsolmuşlarla mücadele etmenin faydası yok.  Topyekun ve ilkesel mücadele edilmeli. Bu zihniyet değişmeli, gitmeli.  Aydınlık, anaç, içten,vicdanlı, meraklı, hoşgörülü ve sivil bir muktedir zihniyet okullara, yurtlara, meclislere, haberlere, filmlere, spor müsabakalarına, camilere, sokaklara, denizlere, kurda kuşa Hak için gelmeli.  Getirmeliyiz.  Mutlaka.

Sevgi ve hürmetlerimle,

K.

       


       
     

Gelinlik Esnaf Tasvirleri


İnsanı kelimeler ile tasvir etmek zor ama yine de bu sayfada deneyeceğim.  Bakalım ekrandaki kelimeler sizlerin zihinlerinde hangi resimleri çizecek.  Bugün, esnaf gelinlerden bahsetmek istiyorum.  Bu hanım kızlarımıza dikkat kesilin, her yerde diğerlerinden ayırmak biraz zahmetlidir. 

Kısıtlı imkanlar sunan kalabalık bir aileden gelmişlerdir.  Ablalarının eskileri giymiş, misafire terlik çıkartmışlardır.  Banyo günleri olmuş, babalarına kahve yapmışlardır.  Okulda, kopya çekmiş ama hiç yakalanmamışlardır.  Çok güzel değildirler.  Ancak, etrafında güzel kız arkadaşları olmuştur.  Giyinmeyi, kuşanmayı etraflarında bu konuda takdir toplayan büyük abla ve teyzelerinden öğrenmişler.  Daha da fazlasını ise magazin sayfalarında okuduklarından tamamlamışlardır.  Spor yapmamışlardır.  Kiloları normal ya da normalin altındadır.  Sonuçta sevdikleri değil, uzun vadede yüksek verim elde edeceği çocukla da evlenmişlerdir.

Bugünkü yazıya konu olmaları ise işte yukarıda bahsi geçen; babadan esnaf bir aileye gelin gitmeleri ile başlar.  Onları gittiğiniz bir restoranda görürsünüz.  Şimdi, oraya ait olmayan bir kıyafet ve tavırla ortalıkta dolaşmaktadırlar.  Düğün için yapılmış gibi hafif kalın kıvrımlı saçları ve makyajı ile gece güneşi gibi parlamaktadırlar.  Çoğunlukla kasaya yapışıp, gözlerini para ve adisyondan ayırmazlar.  Görevlerini en iyi yapmak olarak algıladıkları bu davranış ile caka satarlar.  Personel üzerinde hiç bir otoriteleri olmamasına rağmen, en kıdemli personele sürekli soru ve emir kipi dolu cümleler sarf ederler.  Dikkate alınmadıkları halde bu davranışlarından vazgeçmezler.  Müşteri onlar için bu atanmışlık yoluyla oturulan koltukta birer teferruat ve tahtları arasında bir engeldir.  Kendilerini eğitmeyi başarmış, az bir çoğunluk ise masa masa dolaşır.  Formalite icabı bir kaç soruyu kuaför dedikodusuna karıştırarak, bu konuya girmeye cesaret edemeyen erkeklerin mütebessim bakışları arasında gözden kaybolur. 

Büfe ve gazete bayilerindeki küçük esnaf sınıfında olanların hali daha başkadır.  Resmi evrak gerektiren işlemleri tapu dairesi işlemi gibi görür.  İşte, gazete dağıtan çocuk da gelmiştir.   Ustalıkla saydığı geçen günkü gazetelerden bir adet eksik yapılan iade işleminin hesabını soracaktır.  Bu anı zihninde çok oynatmıştır.  Ne kadar dikkatli ve işin üzerinde olduğunu ona gösterecek, üstelik eşi ve kayınpederi gözünde bir basamak daha yükselecektir.  Ancak, konu bilgi ve beceri gerektiren bir açmaz halini aldığında kime sesleneceğini çok iyi bilir.


Kuru temizleme dükkanlarındakiler ise eşsizdir.  Renkli çerçeveli gözlüklerinin ardından size değil getirdiğiniz kirli ve pislik yuvasına elbisenize odaklanırlar.  Amaçları en kısa sürede lekeyi bulup, avuçlarının içine alarak sizin gözünüze sokmaktır.

" Yalnız, söyleyim, bu leke çıkmaz!"

en çok sevdikleri karşılama cümlesidir.  Ücretini işlem başlamadan talep etmeleri de ön şartlardır.  Sizde daha dükkandan çıkmadan, o, elbiseleri raylı askılara takmak için arkasını dönmüştür.  Size de kafa sallayarak eve dönme vakti gelmiştir.

Tanıdık geldi mi?  Sizlerin örnekleri neler?

Sevgiler,

K.     

İki ayağımın üzerinde dikilirken - 7.bölüm

../.
-          Tamam kardeşim, tamam. Görürsün bak! Benim dediğim çıkacak, ben de sana bir şey demeyeceğim.

Toplantı salonunda, çoğu kişi ayakta ve üçerli beşerli gruplar halinde kümelenmiş bekleşiyorlardı.  Ellerini göğsünde kavuşturmuş, kaşlarını havaya kaldırarak birbirlerini selamlayan bir sürü şakın ve suskun personel.  Nihayet Genel Müdür, Ahmet Bey içeri geldi.  Ne hızlı, ne de yavaştı yürüyüşü.  Her zamankinden farklı değildi esasında.  Tavırlarından, personelin üzerindeki endişenin o an Ahmet Bey’e geçtiğini hissettim.  Odaya girdiği gibi değildi. Rahat görünmeye çalışıyordu ama gerginleşmişti.  Bu kadar insanın yüzüne bakarak söyleyecekleri onu endişelendirmeye başlamıştı.  Odasında hazırlandığı gibi bir konuşma olmayacaktı.  Beden dili bunu söylüyordu.  İlk kelimeleri çok uzak bir tünelde yankılanan teneke gürültüleri gibi kulağımdan dolaştı.  Sonra uğultuya dönüştü.  Ama bir cümle, beynimde patladı ve ezanın hoparlörü gibi deldi, geçti

-          “Yurt dışından alınan kararla, şirketi kapatıyoruz.”

Doğru duymuştum, değil mi? Şirket kapanıyordu.  Şaşkınlık ve suskunluk endişeli bir telaşa yerini bırakmış, insanlar aralarında konuşmaya başlamıştı.  Ahmet Bey’de konuşmasını kesmiş, yeniden konuşabilecek şekilde dikkatlerin toplanmasını bekliyordu. Tam o sırada, ortalardan bir ses yükseldi.

-          Ama biz kapatmıyoruz.  Evet, kapattırmıyoruz!

Bu satış müdürü Erdem Bey’in sesiydi.  10 yıldır şirketteydi.  Müşterileri ve işin nasıl yürüdüğünü çok iyi biliyordu.  Şirket içerisinde saygınlığını vardı.  Sadece mali işler müdürü Aslan Bey ile anlaşamadığı biliniyordu. 

-          Evet, biz de kapattırmıyoruz

Diyen sesler birden çoğaldı.  Farklı kişilerden de destek haykırışları gelmeye başlamıştı.  Toplantı salonu bir miting havasına bürünmüş, alkışlayanlar, yaşa diye bağıranlar ve ıslık sesleri ile Ahmet Bey aniden miting alanında bir figürana dönüşmüştü.  Şakın ve ama memnun bir şekilde olan biteni seyrediyordu.  Yanına hızlı adımlarla Erdem Bey geldi. 

-          Ahmet Bey, sizin iyi niyetiniz ile yurt dışından gelen bu talebi en uygun bir şekilde burada icra etmek istediğinizi biliyorum.  Bu safhada şirket çalışanlarına adil davranacağınızdan da şüphem yok.  Ancak, bu işletmenin müşterileri ile birlikte yarattığı ticaret hacmini başkalarına kaptıracak ve arkadaşlarımın emeklerini heba edecek değilim.  Gerekirse satın almak da dâhil her türlü seçenekle yurt dışının karşısındayız.  Bu konuda sizin bize yardımcı olacağınızı ümit ederim.

Bir anlık endişe ve duraksamadan sonra, bu kadar geniş ve kuvvetli bir çıkışı beklemeyen Ahmet  Bey ağzından yavaş yavaş da olsa, kendisinin işin içinde olmayacağı da anlaşılsa

-          Elbette, olacağım
Sözleri çıktı.

../devamı yarın


Gidesi Gibi


Tuhaf bir dinginliğin ortasında adam akıllı baş belasıyım, kendime.  Sorular soruyorum, cevaplarını bildiğim.  Cevaplar arıyorum, sorularını bilmediğim.  Bildik bir yalnızlıklar aleminde dolaşıyorum.  Tek başıma.  Koluna girdiklerim, yolun aşağısından birer, birer evlerine dağılıyorlar.

Yine, o son dönemeçte, eve kıvrılan o tanıdık ama karanlık yolu yalnız yürüyeceğim.  Korkunun ecele faydası yok elbette.  Ama, gidilecek işte o yol.  Kaldırılacak baş yere bakarken, gözler gülecek, için yanacak. 

 Nefesler tutulacak.  Beklenecek, kulak kabartılacak ve hamle edilecek, gidesi gibi.  Gitmek, ilerlemek ister gibi.  Sonra, ayak ucunda beklenecek.  Bir ayak geride, diğeri önde ama parmak ucundan yere basacak.  Etraf kolaçan edilecek.  Tedirgin hava içe çekilecek.  Bahane bulunacak.  Vazgeçilecek, geri dönülecek, kapı örtülecek, hayat devam edecek. 

Gidesi gibiyim ama oturuyorum, oturduğum yerde.