Ağız tadı ve sağlıkla


Sabah uyandın, eline ayağına baktın, hareket ettirdin. Uykunu almış ol ya da olma! Doğruldun, gerindin. Esnedin. Parmaklarını çıtırdattın. Mutfağa gittin. Masada bir yarım ekmek, bir bardak su. Bulaşık var ya yok, mühim değil. Evin aydınlık ya da karanlık önemli değil. Ağrın, sızın yok. Hastanede değilsin. Ağzının tadı var. Yalnızsın, ya da kalabalığın içindesin, önemli değil.

Elini yüzüne götürdün, parmaklarınla tüm çıkıntı ve yuvalarını doldurdun, gezdirdin elini suratında gözlerin kapalı. Yavaş yavaş parmakların çenene doğru sarktı. Gözlerini açtın. Baktın ki; değişen bir şey yok, varsın.

Ekmeğinden bir lokma aldın, suyundan bir yudum içtin. Bir lokma ekmek, bir yudum su kaç insanın hayali düşünmedin, İçtin. Afiyet olsun.

Bayram ya da seyran, hepsi aynı. Sokaklar boş, Telefon çalmıyor. Çöpçüye merhaba demedin. Ziyanı yok.

Havada bir kaç parça bulut, nereden geldiği belli olmayan bir serin rüzgar. Balkon toz oldu, boş ver.

Gelen bayram gidecek mi?
Varsılların haberi olacak mı?
Olanların varı,
Yoksullara varacak mı?

Ağız tadı ve sağlıkla, iyi bayramlar...






Portakalın atası ile Mustafa Amca

Portakalın atası ile Mustafa Amca

Portakal rengi sonradan turuncunun yeri aldı.Önceleri turuncu derdik.Turuncun renginden alıntı olarak.Sonradan turuncun aşılı ve terbiyeli tohumları portakal,mandalina oldu.Bize de içlerinden bu rengi laıkıyla taşıyacak birini seçmek kaldı.Hoşgeldin portakal.!
Bu bodrum minibüsleri için de böyle oldu.Artık bodrumun şehir içi minibüsleri portakal renkli.Ama civar beldelere gidenler mavi ve yeşil renklerde.Yeşil renkli bir minibüs getirdi bizi.Traşlı pos kır bıyıklı Bodrum şivesiz konuşan bir şoför ile.Memleketin iyi tarafıydı bu.danışma ücreti yoktu ve herkes çocuklu bir aileye yardım etmek için can atıyordu.Böyle çocuklu bir aile de Gölköy’e gitmek isterse, iş onların cesaretine kalmıştı.Hani nereye gidelim deniz için diye?
Minibüsün içinde başlamıştı esasında insan manzaraları.Önümüzde oturan yeşil gözlü nine sürekli güleç bakışlar atıyordu etrafa.Tuhaf, orada olmak için gelen herkesten beyazdı teni.orada olmak için olan herkesten daha kalın giyinmişti.Herkesten daha neşeliydi.Demek ki olmak için olmak ile sadece olmak arasında bir fark vardı.O doğallığın dinginliğini hissetmiştim ninenin yüzünde.
Arka tarafta sonradan Bodrumlu iki cemiyetle aralarında muhtemel sorunu olan abiler konuşuyordu.Balık yetiştiriciliği yapıyorlardı.Ama daha fazla soru soran hangi yemi hangi balık için kullanması konusunda pek emin değildi.Minibüste sohbet etmenin zor tarafı.Yan yana oturduğun adamla karşıya bakarak konuşmaktır.Bu zorluğun fazlasıyla farkında olan çok soru soran, yanındakine doğru dönmeye çalışıyor ama öteki istikbalini göklerde ararcasına önüne bakıyordu.zaten, o olayı çözmüş gibiydi.En azından edası öyleydi.
Bu edalar arasında minibüs doldu ve hareket etti.Hikayenin kahramanın aramızda olduğunun  farkında değildik, o zaman.Hiç sesi çıkmamıştı.belki de arkamızda kalmıştı.Neyse ki cesur İstanbullu aile olarak deniz için danıştığımız şoför Gül kaptan bize yol gösterdi.Türkbükü daha çok yemek içindir deniz için Gölköy daha uygun olur size diye.Bu uygunluğun ortasından çıktı işte Mustafa amca.Beraber indik minibüsten o zaman tanıştık.
-Bu arkadaşın deniz kenarında pansiyon-lokantası var.Bir bakın beğenmezseniz.Aynı sahilde daha bir çoklarını bulursunuz.
Dedi Gül kaptan.
Komisyon kaygısız bir ses tonu ve ifadesi vardı söylerken.İstanbulluyuz illa uyanık olma ve bir maddi çıkar bulmaya çalışmalıyız bunun altından.Bu gereksiz kasıntıyı yolun kenarında bırakıp yürümeye koyulduk Mustafa amca ile.
Bembeyaz dişleri sürekli yüzüne doğal bir gülümseme yapıştırıyor Mustafa Amca’nın.Bir kaç mandalina ve portakal bahçesinden sonra vardık Erol pansiyona.Soyadlarını alelacele koymuşlar belediye tescil için unvan isteyince.
Hafif kıpırtılı Gölköy koyundaki tertemiz deniz karşıladı bizi.Bir masada kır saçlı gözlüklü bir teyze obezite sınırlarındaki sevimli erkek torununu avutuyor.Annesi ise yetişkin ebeveyn tavırları ile çocuğa güneşe şimdi çıkamayacağı konusunda nasihat veriyor.O sırada bizim çocuklar apar topar deniz kıyısına iniyorlar ve bu işe iyice sıkılıyor yavrucak.Neyse ki sonradan kendi oyuncaklarını vermeye ikna edince kumsalın gölge kısmında beraber oynayacaklar.
Göltürkbükü hep zorlama gelmiştir bana.Kırkı yıllık Gölköy ile Türkbükü neden birden Göltürkbükü oldular diye?.Mustafa amca izah ediyor.
Belediye seçimlerinden bakmışlar ki her bir köyde nufüs 2 binin altında.Böyle olunca da hiç biri belediye olamayacak.Onun üzerine muhtarlar anlaşmış belediye seçimlerine ikisi girmiş.Türkbükü’nün muhtarı kazanmış ve yeni belediye başkanı olmuş.
Sonradan sordum.Peki böyle daha mı iyi oldu diye?
Ne bileyim diyor.Biraz daha dirlik nizam geldi ama.Şimdi de zor be yahu.
-Kendi arsamızda inşaat yapacağız.Dört bir tarafa birer adam boyu çukur kazdırıyorlar ilk önce.Sonra bakıyorlar tarihi kalıntı var mı ?diye:eğer kendileri anlayamazsa Ankara’dan birileri geliyor.Sit alanıymış ya burası.ondan.
-Mustafa amca diyorum.Eskiden ne iş görürdünüz?
-Buranın hepsi rençberdi diyor.yanı çiftçi.Etrafa bakıyorum.Öyle sürülecek toprak da yok.Kıyıdan hemen sonra dağlık, taşlık.
Sonra, diyor buralar para etmeye başlayınca.Herkes sattı.Ama hazıra dağ dayanmaz elbette.
Mustafa Amca’nın kemankeş olduğunu öğreniyorum.Evet,Mustafa Amca keman çalarmış.Abisinden öğrenmiş keman çalmayı öyle kendi kendilerine.Dört yıl önce vefat etmiş abiyi.Mutlaka etkilenmiş olmalısın birinden diyorum Mustafa Amca!Hatırlamıyor.Nasıl olur bundan elli sene önce Cevat Şakir hala sağken ve Bodrum’da yaşarken, Çetin Altan’ın piyano çalan köylü benzetmesine ramak kalmış.
Orkestranın adı Erol’lar mış.Bilmem duymuş musun dedi.Önceleri kibarlık olsun diye çıkarmadım diyecektim.Sonra benim hatırladığım orkestra adları aklımdan geçiverdi.Beyaz Kelebekler,İstanbul Gelişim, ama Erol’lar yok.Sonradan da duymadım dedim hem kibar oldu hem de dürüst.Üstelik askerde de bando bölüğündeymiş Mustafa Amca .Orada trompet çalmayı öğrenmiş.O öyle söyleyince yine benim aklıma trampet mi trompet diye geçiyor.Pal sokağının çocuklarının A5 boyutunda Milliyet yayınlarından çıkma kapağını hatırlıyorum.Kafası kasketli,kısa pantolonlu, trampet çalan bir alay çocuk.Hangisiydi bu yahu?Nefesli olan mı yoksa vurmalımı?Cehalet ve yarı cehalet arasında yüzerken, Mustafa amca kurtarıyor beni trompet “o” ile yazılan ve söylenen nefesli olanı.”a” ile yazılan ve söylenen vurmalı olanı olduğunu anlaşılıyor ve Mustafa Amca’nın trompet çaldığı da.
En zoru yari cahil ile baş etmektir,diyorum.Mustafa amca’ya.Öyle ya cahil olan cehaletini bilir ya susar yada sorar.Yani ne demek trompet diye?Bilen adam içinse sorun yok.Zaten o ne olduğunu gayet iyi biliyordur.Ama, yari cahil adama geldiğinde ne sormaya cesaret eder cahil damgası yememek için ne de bilenin öz güvenine sahiptir.Bu iki ara ve bir dere olan sığ coğrafi alanda debelenir, durur.
O sırada Mustafa Amca’nın oğlu geliyor Eh artık yemekten sonra bir kahve içilir diye. Halbuki ben çay söylemiştim ama gelmemişti.dert ettiğimden değil.Herhalde yakıştırmadı diye düşündüm benim gibi adamın yemekten sonra çay istemesine.Dolayısıyla kahveye teslim oluyorum.
Mustafa Amca’nın oğlu orkestranın solistiymiş.Ama sonraları istememiş okumak.Benimle sohbete balıktan girdi.Öylesine küçük bir teknesi varmış.Kafasını dağıtmak için gidiyormuş,şu karşı kıyıdaki buruna.Ne aklına gelirse varmış bu denizde.Levrek,barbun, palamut,turna.Hatta bir keresinde tanesi 250gr. Gelen bir barbun bile yakalamış ağ ile.
En son Selanik’te yemiştim öyle bir barbunu, ızgarada.Lokantanın aynı kent doğumlu olduğumuz şefinin tavsiyesiyle.
O sırada torun görünüyor kahveler ile.Oğlu Mustafa Amca’ya benzemiyor.Torunda benzemiyor.Acaba diyorum annelerine mi benziyorlar.Zira ikinci ve üçüncü kuşak daha zayıf ve uzun.Ancak,o nefis çiğ böreği ve gözlemeyi yapan anne ile de tanışıyorum.Onun edası da kurtarmıyor.İçimizde olan bu yavruları ebeveynlere benzetmek için titiz ve ciddi çalışma güdüsünü bir türlü tatmin edemiyorum.Sonradan da burası Ege diyorum.Hangi genin nereden geldiği belli olur mu?Birden mavi bir göz kırpar, onca esmer toprak yüzlü insanın içinden.
Yan masada genç kızlığın ilk ve verimli yıllarında olan esmer,kalıplı, simsiyah saçlı bir kız ile henüz statüsüne karar vermediği erkek arkadaşı oturuyor.Kızın ayakları çıplak ve iri.Başka yerde görsen Latin Amerikalı sanarsın.O kadar esmer.Ama Anadolu kadının kaba hatları var üzerinde.Sigarasından püfür püfür duman çıkartırken durmadan konuşuyor.Öyle yüksek sesle değil.Ama karşısındakini bastıracak kadar.Bir kaç her yöne gidebilecek söz ediyor çocuk.Hani ne olursa ben yine delikanlı kalayım diye.Sonra kumsala gittiler.Esmer kız yakınlaşmaya karar verdi herhalde.
Kumsalda yatmayı ve güneşlenmeyi beceremediğim için gölgede sarılmış sigara ve muhtelif sıcak içecek ile en iyi ve kolay yaptığım şeyi yapıyorum.Gözlemliyorum ve hikaye yazıyorum kafamda.Tabi karım da bozuluyor bu işe.Ancak sonradan böyle hikayeler çıkıyor işte.
Oğlanların tuvalete gitmesi gerek ama bu işi karımın yapması lazım.Çünkü erkekler için ayrılmış tuvalet Alaturka.Yani deliği tutturman onun için de usturuplu çömelmen lazım.Bu eğitim çocukluktan kalma ben de olduğu için sorun yok.Ama hayatlarında hiç alaturka tuvalete girmemiş biri üç biri de dört buçuk yaşında olan oğullarım için travmatik durum.Hoş kendiliğinden öğreniliyor.Bize de kimse öğretmedi ya!.Neyse, risk almamak için yine karımın kadınlar için ayrılmış Alafranga helada bu işi yaptırması daha uygun.
Mekanı daha sahiplenmiş gibi görünen teyze ile torun iyice sıkıldı artık.Üstelik İstanbul’dan gelmiş annede kumsaldaki avluda satmak için sergilediği üç beş giysi ile incik boncuğu etiketlemek ile meşgul.Güzel iş diye düşündüm içimden.Barkod yok.Liste yok.Stok yok.Etikete fiyatını yaz üzerine yapıştır.Yazar kasa da yok.Zaten sorun da yok.Denize bir metre kalınca işler daha kolaylaşıyor.
Öğleden sonra olmuştu.Rüzgar hızını artırdı.Oysa dün böyle değildi demişti, Mustafa Amca’nın oğlu.Artık günü gününe uymuyordu mevsimlerin.O uygunsuzlukta geldi.Eczacı bey’in ailesi.İki çocuğu hanımı ve annesi ile birlikte.Geçen sene de gelmişlerdi.Belki önceki seneler de.O hürmetle karşıladı Mustafa Amca eczacı beyi.Eczacı beyin yüzündeki gülümseme yandan alınarak kapatılmış başının açıklığını saklamıyordu yine de.Aynı annesi ile karısının aralarının iyi olmadığını saklayamadıkları gibi.Öyle gelin kaynana atışması yoktu aralarında .Ama bir soğukluk olduğu belliydi.O kadar saat hiç konuşmadılar.Belki gelininin ona göre fazla açık olmasını kaldıramıyordu kayın anne.Eczacının karısı siyah askılı bir mayonun üzerine jean pantolon giymişti.Ayağında spor ayakkabılar vardı.Anne başörtülüydü.Uzun bir gömlek ile etek giymiş ayağına özensiz bir terlik geçirmişti.Soyunma kabinine gitmeden hemen sahil pozisyonu alıverdiler ikisi de.Eczacı pantolonu ve ayakkabılarını çıkardı masada annesinin yanına koydu.Eczacının hanımı bir hamlede siyah mayolu hale gelmişti.İkisi de denizin ve güneşin tadını çıkarıyorlardı.Ancak, anne gölgede pasif durumdaydı.Üstelik kendisi çıkarmasa bile onların bu durumun tadını çıkarmalarından pek memnun görünmüyordu.Ama bir dengede yürüyordu işler.Çocuklar denize girdi.Güneşlenildi.Anneye çay söylendi ve yavaşça toparlanıp gidildi.
Çocukların uyku saati geçmiş,karım güneşten bunalmış ben de aynı yerde birden fazla saat durmak yasasını çiğnemiş olmaktan kaygılıydım.
Karımla yekunu konusunda bahse girip hesabı istemiştik.Mustafa Amca’ya  kırk YTL ödedik.Hesap gelince İstanbul’lu hesap yapan damarımız kabarmıştı.Fiyatların üzerinde en az şu kadar var diyerek Mustafa Amca ile vedalaştık.Aslında bütün bu yaşadıklarımız için bizim Mustafa Amca’ya telif ödememiz gerekirdi.Şimdi anlıyorum.O duygular içinde Mustafa Amca ile vedalaştığımız için pişmanlık duyuyorum.

Portakal rengi minibüslerin bizi taşıdığı o şirin mekanda kemankeş Mustafa Amca’ya gönülden selam ediyorum.  
(eskilerden bir hikaye)