Portakalın atası ile Mustafa Amca
Portakal rengi sonradan turuncunun yeri
aldı.Önceleri turuncu derdik.Turuncun renginden alıntı olarak.Sonradan turuncun
aşılı ve terbiyeli tohumları portakal,mandalina oldu.Bize de içlerinden bu
rengi laıkıyla taşıyacak birini seçmek kaldı.Hoşgeldin portakal.!
Bu bodrum minibüsleri için de böyle
oldu.Artık bodrumun şehir içi minibüsleri portakal renkli.Ama civar beldelere
gidenler mavi ve yeşil renklerde.Yeşil renkli bir minibüs getirdi bizi.Traşlı
pos kır bıyıklı Bodrum şivesiz konuşan bir şoför ile.Memleketin iyi tarafıydı
bu.danışma ücreti yoktu ve herkes çocuklu bir aileye yardım etmek için can
atıyordu.Böyle çocuklu bir aile de Gölköy’e gitmek isterse, iş onların
cesaretine kalmıştı.Hani nereye gidelim deniz için diye?
Minibüsün içinde başlamıştı esasında insan
manzaraları.Önümüzde oturan yeşil gözlü nine sürekli güleç bakışlar atıyordu
etrafa.Tuhaf, orada olmak için gelen herkesten beyazdı teni.orada olmak için
olan herkesten daha kalın giyinmişti.Herkesten daha neşeliydi.Demek ki olmak
için olmak ile sadece olmak arasında bir fark vardı.O doğallığın dinginliğini
hissetmiştim ninenin yüzünde.
Arka tarafta sonradan Bodrumlu iki cemiyetle
aralarında muhtemel sorunu olan abiler konuşuyordu.Balık yetiştiriciliği
yapıyorlardı.Ama daha fazla soru soran hangi yemi hangi balık için kullanması
konusunda pek emin değildi.Minibüste sohbet etmenin zor tarafı.Yan yana
oturduğun adamla karşıya bakarak konuşmaktır.Bu zorluğun fazlasıyla farkında
olan çok soru soran, yanındakine doğru dönmeye çalışıyor ama öteki istikbalini
göklerde ararcasına önüne bakıyordu.zaten, o olayı çözmüş gibiydi.En azından
edası öyleydi.
Bu edalar arasında minibüs doldu ve hareket
etti.Hikayenin kahramanın aramızda olduğunun
farkında değildik, o zaman.Hiç sesi çıkmamıştı.belki de arkamızda
kalmıştı.Neyse ki cesur İstanbullu aile olarak deniz için danıştığımız şoför
Gül kaptan bize yol gösterdi.Türkbükü daha çok yemek içindir deniz için Gölköy
daha uygun olur size diye.Bu uygunluğun ortasından çıktı işte Mustafa
amca.Beraber indik minibüsten o zaman tanıştık.
-Bu arkadaşın deniz kenarında
pansiyon-lokantası var.Bir bakın beğenmezseniz.Aynı sahilde daha bir çoklarını
bulursunuz.
Dedi Gül kaptan.
Komisyon kaygısız bir ses tonu ve ifadesi
vardı söylerken.İstanbulluyuz illa uyanık olma ve bir maddi çıkar bulmaya
çalışmalıyız bunun altından.Bu gereksiz kasıntıyı yolun kenarında bırakıp
yürümeye koyulduk Mustafa amca ile.
Bembeyaz dişleri sürekli yüzüne doğal bir
gülümseme yapıştırıyor Mustafa Amca’nın.Bir kaç mandalina ve portakal
bahçesinden sonra vardık Erol pansiyona.Soyadlarını alelacele koymuşlar
belediye tescil için unvan isteyince.
Hafif kıpırtılı Gölköy koyundaki tertemiz
deniz karşıladı bizi.Bir masada kır saçlı gözlüklü bir teyze obezite
sınırlarındaki sevimli erkek torununu avutuyor.Annesi ise yetişkin ebeveyn
tavırları ile çocuğa güneşe şimdi çıkamayacağı konusunda nasihat veriyor.O
sırada bizim çocuklar apar topar deniz kıyısına iniyorlar ve bu işe iyice
sıkılıyor yavrucak.Neyse ki sonradan kendi oyuncaklarını vermeye ikna edince
kumsalın gölge kısmında beraber oynayacaklar.
Göltürkbükü hep zorlama gelmiştir bana.Kırkı
yıllık Gölköy ile Türkbükü neden birden Göltürkbükü oldular diye?.Mustafa amca
izah ediyor.
Belediye seçimlerinden bakmışlar ki her bir
köyde nufüs 2 binin altında.Böyle olunca da hiç biri belediye olamayacak.Onun
üzerine muhtarlar anlaşmış belediye seçimlerine ikisi girmiş.Türkbükü’nün
muhtarı kazanmış ve yeni belediye başkanı olmuş.
Sonradan sordum.Peki böyle daha mı iyi oldu
diye?
Ne bileyim diyor.Biraz daha dirlik nizam
geldi ama.Şimdi de zor be yahu.
-Kendi arsamızda inşaat yapacağız.Dört bir
tarafa birer adam boyu çukur kazdırıyorlar ilk önce.Sonra bakıyorlar tarihi kalıntı
var mı ?diye:eğer kendileri anlayamazsa Ankara’dan birileri geliyor.Sit
alanıymış ya burası.ondan.
-Mustafa amca diyorum.Eskiden ne iş
görürdünüz?
-Buranın hepsi rençberdi diyor.yanı
çiftçi.Etrafa bakıyorum.Öyle sürülecek toprak da yok.Kıyıdan hemen sonra
dağlık, taşlık.
Sonra, diyor buralar para etmeye
başlayınca.Herkes sattı.Ama hazıra dağ dayanmaz elbette.
Mustafa Amca’nın kemankeş olduğunu
öğreniyorum.Evet,Mustafa Amca keman çalarmış.Abisinden öğrenmiş keman çalmayı
öyle kendi kendilerine.Dört yıl önce vefat etmiş abiyi.Mutlaka etkilenmiş
olmalısın birinden diyorum Mustafa Amca!Hatırlamıyor.Nasıl olur bundan elli
sene önce Cevat Şakir hala sağken ve Bodrum’da yaşarken, Çetin Altan’ın piyano
çalan köylü benzetmesine ramak kalmış.
Orkestranın adı Erol’lar mış.Bilmem duymuş
musun dedi.Önceleri kibarlık olsun diye çıkarmadım diyecektim.Sonra benim
hatırladığım orkestra adları aklımdan geçiverdi.Beyaz Kelebekler,İstanbul
Gelişim, ama Erol’lar yok.Sonradan da duymadım dedim hem kibar oldu hem de
dürüst.Üstelik askerde de bando bölüğündeymiş Mustafa Amca .Orada trompet
çalmayı öğrenmiş.O öyle söyleyince yine benim aklıma trampet mi trompet diye
geçiyor.Pal sokağının çocuklarının A5 boyutunda Milliyet yayınlarından çıkma
kapağını hatırlıyorum.Kafası kasketli,kısa pantolonlu, trampet çalan bir alay
çocuk.Hangisiydi bu yahu?Nefesli olan mı yoksa vurmalımı?Cehalet ve yarı
cehalet arasında yüzerken, Mustafa amca kurtarıyor beni trompet “o” ile yazılan
ve söylenen nefesli olanı.”a” ile yazılan ve söylenen vurmalı olanı olduğunu
anlaşılıyor ve Mustafa Amca’nın trompet çaldığı da.
En zoru yari cahil ile baş
etmektir,diyorum.Mustafa amca’ya.Öyle ya cahil olan cehaletini bilir ya susar
yada sorar.Yani ne demek trompet diye?Bilen adam içinse sorun yok.Zaten o ne
olduğunu gayet iyi biliyordur.Ama, yari cahil adama geldiğinde ne sormaya
cesaret eder cahil damgası yememek için ne de bilenin öz güvenine sahiptir.Bu
iki ara ve bir dere olan sığ coğrafi alanda debelenir, durur.
O sırada Mustafa Amca’nın oğlu geliyor Eh
artık yemekten sonra bir kahve içilir diye. Halbuki ben çay söylemiştim ama
gelmemişti.dert ettiğimden değil.Herhalde yakıştırmadı diye düşündüm benim gibi
adamın yemekten sonra çay istemesine.Dolayısıyla kahveye teslim oluyorum.
Mustafa Amca’nın oğlu orkestranın solistiymiş.Ama
sonraları istememiş okumak.Benimle sohbete balıktan girdi.Öylesine küçük bir
teknesi varmış.Kafasını dağıtmak için gidiyormuş,şu karşı kıyıdaki buruna.Ne
aklına gelirse varmış bu denizde.Levrek,barbun, palamut,turna.Hatta bir
keresinde tanesi 250gr. Gelen bir barbun bile yakalamış ağ ile.
En son Selanik’te yemiştim öyle bir barbunu,
ızgarada.Lokantanın aynı kent doğumlu olduğumuz şefinin tavsiyesiyle.
O sırada torun görünüyor kahveler ile.Oğlu
Mustafa Amca’ya benzemiyor.Torunda benzemiyor.Acaba diyorum annelerine mi
benziyorlar.Zira ikinci ve üçüncü kuşak daha zayıf ve uzun.Ancak,o nefis çiğ
böreği ve gözlemeyi yapan anne ile de tanışıyorum.Onun edası da
kurtarmıyor.İçimizde olan bu yavruları ebeveynlere benzetmek için titiz ve
ciddi çalışma güdüsünü bir türlü tatmin edemiyorum.Sonradan da burası Ege
diyorum.Hangi genin nereden geldiği belli olur mu?Birden mavi bir göz kırpar,
onca esmer toprak yüzlü insanın içinden.
Yan masada genç kızlığın ilk ve verimli
yıllarında olan esmer,kalıplı, simsiyah saçlı bir kız ile henüz statüsüne karar
vermediği erkek arkadaşı oturuyor.Kızın ayakları çıplak ve iri.Başka yerde
görsen Latin Amerikalı sanarsın.O kadar esmer.Ama Anadolu kadının kaba hatları
var üzerinde.Sigarasından püfür püfür duman çıkartırken durmadan konuşuyor.Öyle
yüksek sesle değil.Ama karşısındakini bastıracak kadar.Bir kaç her yöne
gidebilecek söz ediyor çocuk.Hani ne olursa ben yine delikanlı kalayım
diye.Sonra kumsala gittiler.Esmer kız yakınlaşmaya karar verdi herhalde.
Kumsalda yatmayı ve güneşlenmeyi
beceremediğim için gölgede sarılmış sigara ve muhtelif sıcak içecek ile en iyi
ve kolay yaptığım şeyi yapıyorum.Gözlemliyorum ve hikaye yazıyorum kafamda.Tabi
karım da bozuluyor bu işe.Ancak sonradan böyle hikayeler çıkıyor işte.
Oğlanların tuvalete gitmesi gerek ama bu işi
karımın yapması lazım.Çünkü erkekler için ayrılmış tuvalet Alaturka.Yani deliği
tutturman onun için de usturuplu çömelmen lazım.Bu eğitim çocukluktan kalma ben
de olduğu için sorun yok.Ama hayatlarında hiç alaturka tuvalete girmemiş biri
üç biri de dört buçuk yaşında olan oğullarım için travmatik durum.Hoş
kendiliğinden öğreniliyor.Bize de kimse öğretmedi ya!.Neyse, risk almamak için
yine karımın kadınlar için ayrılmış Alafranga helada bu işi yaptırması daha
uygun.
Mekanı daha sahiplenmiş gibi görünen teyze
ile torun iyice sıkıldı artık.Üstelik İstanbul’dan gelmiş annede kumsaldaki
avluda satmak için sergilediği üç beş giysi ile incik boncuğu etiketlemek ile
meşgul.Güzel iş diye düşündüm içimden.Barkod yok.Liste yok.Stok yok.Etikete
fiyatını yaz üzerine yapıştır.Yazar kasa da yok.Zaten sorun da yok.Denize bir
metre kalınca işler daha kolaylaşıyor.
Öğleden sonra olmuştu.Rüzgar hızını
artırdı.Oysa dün böyle değildi demişti, Mustafa Amca’nın oğlu.Artık günü gününe
uymuyordu mevsimlerin.O uygunsuzlukta geldi.Eczacı bey’in ailesi.İki çocuğu
hanımı ve annesi ile birlikte.Geçen sene de gelmişlerdi.Belki önceki seneler
de.O hürmetle karşıladı Mustafa Amca eczacı beyi.Eczacı beyin yüzündeki
gülümseme yandan alınarak kapatılmış başının açıklığını saklamıyordu yine
de.Aynı annesi ile karısının aralarının iyi olmadığını saklayamadıkları
gibi.Öyle gelin kaynana atışması yoktu aralarında .Ama bir soğukluk olduğu
belliydi.O kadar saat hiç konuşmadılar.Belki gelininin ona göre fazla açık olmasını
kaldıramıyordu kayın anne.Eczacının karısı siyah askılı bir mayonun üzerine
jean pantolon giymişti.Ayağında spor ayakkabılar vardı.Anne başörtülüydü.Uzun
bir gömlek ile etek giymiş ayağına özensiz bir terlik geçirmişti.Soyunma
kabinine gitmeden hemen sahil pozisyonu alıverdiler ikisi de.Eczacı pantolonu
ve ayakkabılarını çıkardı masada annesinin yanına koydu.Eczacının hanımı bir
hamlede siyah mayolu hale gelmişti.İkisi de denizin ve güneşin tadını
çıkarıyorlardı.Ancak, anne gölgede pasif durumdaydı.Üstelik kendisi çıkarmasa
bile onların bu durumun tadını çıkarmalarından pek memnun görünmüyordu.Ama bir
dengede yürüyordu işler.Çocuklar denize girdi.Güneşlenildi.Anneye çay söylendi
ve yavaşça toparlanıp gidildi.
Çocukların uyku saati geçmiş,karım güneşten
bunalmış ben de aynı yerde birden fazla saat durmak yasasını çiğnemiş olmaktan
kaygılıydım.
Karımla yekunu konusunda bahse girip hesabı
istemiştik.Mustafa Amca’ya kırk YTL
ödedik.Hesap gelince İstanbul’lu hesap yapan damarımız kabarmıştı.Fiyatların
üzerinde en az şu kadar var diyerek Mustafa Amca ile vedalaştık.Aslında bütün
bu yaşadıklarımız için bizim Mustafa Amca’ya telif ödememiz gerekirdi.Şimdi
anlıyorum.O duygular içinde Mustafa Amca ile vedalaştığımız için pişmanlık
duyuyorum.
Portakal rengi minibüslerin bizi taşıdığı o
şirin mekanda kemankeş Mustafa Amca’ya gönülden selam ediyorum.
(eskilerden bir hikaye)
(eskilerden bir hikaye)
Eh vakti kitap geldi geçiyor
YanıtlaSilMüdürlük baki de kitap geçiyor:))