Nasıl hatırlanmak istersiniz?


Kaldırım taşlarını sayarak kalabalık bir caddede yürüyen bir çocuk. Her tarafı ve gördüğü her şeye dikkatli bakarak, sanki hatırlamak için yürüyor. Önlerinde iki adam yavaş ve uyumsuz adımlarla ilerlemekte. Sanki biri sendeliyor. Diğeri ötekinin koluna girmiş, onun yürürken payandası olmuş sanki. Yaklaştıkça, sendeleyen adamın sarhoş olduğu anlaşılıyor. Çocuk sarhoşluğu bildiğinden değil beynine kodlanmış gibi anlıyor. Yolun karşısından ise kendinden yaşça daha küçük bir çocuk yaklaşmakta. Derme çatma boyacı sandığı ile ayaklara bakarak kendilerine doğru yürüyor. İkisi de kalabalık yetişkin cadde de boy veriyorlar.

Birden, havada savrulan hoyrat, sarhoş bir tekme; boyacı çocuğun sandığını  tarumar edip yolun zemininde parçalara ayırıyor. Sendeleyerek uzaklaşan sarhoş ile ağlayarak yerdeki malzemeleri toplayan çocuk. Her iki karakter de kadrajın farklı köşelerine doğru kayboluyor. Tam o sırada yetişkin caddenin en yetişkin insanı çıkageliyor. Çocuğun elinden tutup, yerden kaldırıyor ve eline o zaman için belki 1 haftada kazanamayacağı bir para veriyor. Şaşkın bakışları tatlı bir tebessüme dönüşüyor. Elini tutuyorum, babamın.

Çok yıllar sonra, işlek bir taşra hava limanında;

Aynı boyacı çocuk henüz okul pantolonuyla çıktığı gönülsüz ekmek kavgasının ortasında. Hevesli ama umutsuz bir teklifin ardından aldığı bir haftalık parası yüzünde tebessümün ötesinde bir suret aksettiriyor. Aklıma babam gelmiyor.

Bu akis benimle birlikte fotoğraflanıyor. Müdürümün cep telefonunda benim adımın yanına yerleştiriliyor. Her aradığımda o anı hatırlatıyor.

Nasıl hatırlanmak istersiniz?

Arnavut İnadından Safa


Geçen akşam Safa'ya Arif abi'nin masasında misafir olduk. Öyle servis masası değil. Bildiğiniz yazıhane masası. Üstünde altı metal bazalı maarif takvimi. Yanında porselen vazo. Kalem, sümen tüm takvalat mevcut. Hemen, masa gelin edildi. Beyaz bir örtü ile duvaklandı. Bardaklar dizildi ve rakı geldi, sırasıyla da mezeler... Masa ağır mı? ağır. Ağırlığı Süleyman Bey'den başlıyor esasında. Süleyman Bey Safa'nın kurucusu, rahmetlik. Arif de onun oğlu. 25 senedir, Beyoğlu'na gidemeyen, gitmek istemeyen, mavi gözlü, arnavut bakışlı oğlu.

- Eskiyi bulamadığım için, gördüklerim beni üzdüğü için gitmiyorum, Beyoğlu'na.

diyor.

- Babam çok sert mizaçlı bir adamdı. Bir çok şeyi öğrenmem ancak son zamanlarında oldu ne yazık ki!

diye devam ediyor, Arif abi.

- Artık yaşlanmıştı, Beyazıt Çorlulu Ali Paşa Medresesine nargile içmeye götürüyorum, babamı. Gençken sormaya cesaret edemeyeceğim şeyleri soruyorum. En önemlisi de bu işe nasıl başladın? Zira, bu sert tabiatlı, aslında meyhaneciliğe uygun olmayan adam nasıl oldu da bu işe girdi? Onu merak ediyordum.

Arif abi'nin öğrendiğine göre; Süleyman Bey 1940'larda, başları olmalı. Meyhane açmaya karar veriyor. Zaman Bahçekapı-Yedikule tramvay zamanları. Ağır aksak, Kürdili hicazkar zamanlar. Sokak levhalarının kırımızı fona beyaz yazı ile ile yazılıp, asıldığı zamanlar. Yedikule'deki büyük kapının belli bir saatten sonra kapanıp, içinden açılan küçük ahşap biraderinin hizmet verdiği zamanlar. Yanında inzbat karakolu. Osmanlı'nın -Bizans'ın ruhen de surlarını terk edemediği zamanlar.

Tam da bu zamanlarda, arkadaşları kararından vazgeçirmeye çalışıyor hazreti. Sen bu işe uygun değilsin. Bu iş erbabının işidir. Gel yol yakınken vazgeç gibisinden telkinlerle şevkini kırmaya çalışıyorlar, Süleyman Bey'in. O da el'cevap : Niko, Dimitri, Haçik yapabiliyor da? Neden ben yapamıyacakmışım, diyerek soyunuyor meyhaneciliğe. Arnavut inadından safa olur muymuş? olmuş işte. Biz de masasında ruhlarını şad ediyoruz.

Nasıl mı müşerref olduk?

Bu müstesna zamanlardan akan nostalji nehrine,işcinin alın terinin, sıkışan trafiğe karıştığı zamane mekanlardan dahil olduk. Duvarda mahkemelik Ara Gürler fotoğrafı, yanında meze dolabı. Balıkların pullarındaki yakamoz kalıntıları, favaya çarpıp beyin söğüşe karışıyordu.  Ara sıra da ata sofralarından nağmeler çınlıyordu. Nereden mi, çıkartıyorum, bütün bunları?

Gidin de görün!

Sağlıcakla...


Dumanında Hayat - Şiir


İp gibi uzuyor sigaramda dumanım,
İp gibi inceliyor hayatım.
Titrek, ürkek gri duman gibi,
Ara sıra hayaller çiziyor,
Askıda kalıyor bir süre,
Öyle havada;
Sonra şekilsiz bulutlar oluyor,
Uçuyor, gidiyor öylece.
Sigaram yanıyor, içim gibi,
İçli, içli yanıyor hayatım.

Şekilsiz, ürkek hayatım,
Aşksız, sevdasız, hırssız hayatım.
Geçiyor, önümden sevdalar,
İhtiras treni çoktan kalkmış,
Son yolcusuna bile el sallayamadan!
Dönüp, gidiyorum istasyondan.
Kıpırtısız, yalnızlığıma döneceğim.
Kıpırdamadan, bekleyeceğim,
Hayatımdan gidenleri.
Giden gelmeyecek, mamafih.
Yaşanmadan da gidilmeyecek,
Madem?
Budur takdir-i ilahi.

 (2007 yılında bir zamanlar, bir kaç satır dokunuşlar ise 2013)





Oturmusum aksam ustu bir İzmir meyhanesinde


Mehmet'in yeri tire kebapcisi yaziyor tabelasinda. Bir daha gittigimde kalacak mi? Bu tabela merak ediyorum.5 sene once gelmistim yine. Tuborg a yaptirmis ona da para harcamamis yani. Sahipleri meyhane girisinde oturyorlar sirayla. Hani oyle tam meyhane de degil yani. Bir nevi ickili lokanta daha dogru olur. Beyin sogus ve ege otlari biraz beyaz peynir soyledim. Zeytinyagi enfes. Beyin sahane camli dolapda belki 5 -10 kilo beyin sogus var anlamadim. O kadar satiyorlar mi?
Simdi, sahiplerinden biri yanaştı yanıma, hatta servisi de yaptı. Bol tereyağlı siyahlaşmış toprak kapta meşhur "Tire Kebabı". Kabın dibine biriken tereyağına ekmek bandırmak yoktu ama!

Velhasıl, agzim dugumlendi bugun sanki. Herkes ne kadar da dolu. Sanirsin tum musteriler sorunlu ve hepsi de aynı anda geliyor. Ama akşam kaldırımda meyhane muhabbeti iyi geldi. Agzım, dilim açıldı. Hem de yazacak tatlı bir konu çıktı!

İzmir, dingin edepsizliğiyle bu akşam bir gavur kaldırımındaydı. Yedi içirdi, yolcu etti bizi!

(Bir zamanlar İzmir...)

Belki de


Yok artık bu son olsun, gitmeyeceğim senin peşinden artık,
Deli danalar gibi dolaşmayacağım ardından,
Apartmandan çıkışını beklemeyeceğim, günümün ayması için,
Dolmuşta arka sırana oturmayacağım ,
Saçlarının kokusunu rüzgara benzetmeyeceğim,
Adını da o ağaçtan kazıyacağım,
Belki de bırakırım...




Tatlı Esnaf Yalancıkları


Bizim esnaf uyanıktır ya! Lafı boldur, hazır cevaptır.  İyi satıcıdır özünde. Kült olmuş ya da sürekli iyileştirme prensibi uzantısı lafları da çoktur. Mesnet ve dayanak limanından epey uzağa açılmış bu gemiye bindirmek isterler çoğumuzu.  Bu gün onlar hakkında yazayım istedim.Yani kategori de yapmak mümkün ama burada değinmeyeceğim. Manav-bakkal-kuruyemişci v.s. gibi. Başlayalım bir yerden: ( Sevgili Bahadır'a teşekkürler!)

Eskiden kasaplar vardı ya sonra et galerisi oldular. Şimdi ise gurmeler için kg.sı 100 TL ye etler dolaplarda çürütülüyor. Hal böyle olunca aşağıdaki gibi bir jargon gelişti.

-Abla, hayvanlar kendi çiftliğimizden, kekikle besleniyorlar...

Bu kekik lafını ilk olarak Bursa kebabının lezzetini mühürlemek için birilerinden duymuştum. Mantıklı da gelmişti. Bursa'nın hemen yanı başında uzanan Uludağ. Onun yeşil ve yüksek yaylarında yayılan koyunlar ve yediği otlar. Ama, gel gör ki şimdi bütün hayvanlar yayılıyor ve memleketin her yerinde kekikli lezzetli otlar ile besleniyorlar ha? Yapma be birader, bildiğin kurumuş otla, darıyı bir kaç m2 yerde yediyse şanslı hayvan, neden zorlarsın?

Kapadokya turizme bu denli açılmadan ülkenin en azından batısının kileri gibiydi. Kuru ve serin peri bacaları; Mersin ve Alanya'nın limonlarına yataklık ederlerdi. Yatak limon lafı da oradan gelmedir.

- Ağbicim, yatak limon bunlar, sulu, sulu, nerede bulacaksın bunun gibisini?

Elbette, bu bayağı önceydi. Şimdi, Kapadokya'nın kovuklarında gecesi 150 avro'ya Japaonlar yatıyor, Nerede kaldı, bizim Tarsus'un içi turşu dolu fiçicığı yatsın. Desene aşılanmış Meyer limonu diye...

Anzer yaylası, Rize'nin sahilden 57 km yükseklerindeki köylerin de yayla olarak kullandığı bir yayla. Oradaki kooperatifin üyelerinin ürettiği balın yarısı devlet erkanına kalanı da önceden parasını veren yabancılara satılıyormuş.

- Amcacım, bu hakiki anzer balı onun için kilosu 200 TL.İstesen de 200 gr. dan fazla veremem, Buna sakın metal kaşığı daldırma şekerlenir!

Ee, bitmedi komşum senin bu bal; kışın ortasında yazdan kalma anzer balını 50 kg. sattın ha? Yapma:Hepimiz din kardeşiyiz.

Finale : Tekirdağ göbek rakısı ... Bu mevzunun açılımını tahayyül gücünüze ve anılarınızın rehberliğine bırakıyorum.

Tatlı tatlı ...