Arnavut İnadından Safa


Geçen akşam Safa'ya Arif abi'nin masasında misafir olduk. Öyle servis masası değil. Bildiğiniz yazıhane masası. Üstünde altı metal bazalı maarif takvimi. Yanında porselen vazo. Kalem, sümen tüm takvalat mevcut. Hemen, masa gelin edildi. Beyaz bir örtü ile duvaklandı. Bardaklar dizildi ve rakı geldi, sırasıyla da mezeler... Masa ağır mı? ağır. Ağırlığı Süleyman Bey'den başlıyor esasında. Süleyman Bey Safa'nın kurucusu, rahmetlik. Arif de onun oğlu. 25 senedir, Beyoğlu'na gidemeyen, gitmek istemeyen, mavi gözlü, arnavut bakışlı oğlu.

- Eskiyi bulamadığım için, gördüklerim beni üzdüğü için gitmiyorum, Beyoğlu'na.

diyor.

- Babam çok sert mizaçlı bir adamdı. Bir çok şeyi öğrenmem ancak son zamanlarında oldu ne yazık ki!

diye devam ediyor, Arif abi.

- Artık yaşlanmıştı, Beyazıt Çorlulu Ali Paşa Medresesine nargile içmeye götürüyorum, babamı. Gençken sormaya cesaret edemeyeceğim şeyleri soruyorum. En önemlisi de bu işe nasıl başladın? Zira, bu sert tabiatlı, aslında meyhaneciliğe uygun olmayan adam nasıl oldu da bu işe girdi? Onu merak ediyordum.

Arif abi'nin öğrendiğine göre; Süleyman Bey 1940'larda, başları olmalı. Meyhane açmaya karar veriyor. Zaman Bahçekapı-Yedikule tramvay zamanları. Ağır aksak, Kürdili hicazkar zamanlar. Sokak levhalarının kırımızı fona beyaz yazı ile ile yazılıp, asıldığı zamanlar. Yedikule'deki büyük kapının belli bir saatten sonra kapanıp, içinden açılan küçük ahşap biraderinin hizmet verdiği zamanlar. Yanında inzbat karakolu. Osmanlı'nın -Bizans'ın ruhen de surlarını terk edemediği zamanlar.

Tam da bu zamanlarda, arkadaşları kararından vazgeçirmeye çalışıyor hazreti. Sen bu işe uygun değilsin. Bu iş erbabının işidir. Gel yol yakınken vazgeç gibisinden telkinlerle şevkini kırmaya çalışıyorlar, Süleyman Bey'in. O da el'cevap : Niko, Dimitri, Haçik yapabiliyor da? Neden ben yapamıyacakmışım, diyerek soyunuyor meyhaneciliğe. Arnavut inadından safa olur muymuş? olmuş işte. Biz de masasında ruhlarını şad ediyoruz.

Nasıl mı müşerref olduk?

Bu müstesna zamanlardan akan nostalji nehrine,işcinin alın terinin, sıkışan trafiğe karıştığı zamane mekanlardan dahil olduk. Duvarda mahkemelik Ara Gürler fotoğrafı, yanında meze dolabı. Balıkların pullarındaki yakamoz kalıntıları, favaya çarpıp beyin söğüşe karışıyordu.  Ara sıra da ata sofralarından nağmeler çınlıyordu. Nereden mi, çıkartıyorum, bütün bunları?

Gidin de görün!

Sağlıcakla...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder