İki ayağımın üzerinde dikilirken - 6.bölüm


../.

Hiç yataktan kalkmak istemediğim bir sabah, gri ya da siyah bir gökyüzü, sırt ağrısı ve nasıl bu kadar bet bir sese ayarladığımı bilmediğim telefonun çalar saati.  Hiç yatmamış gibi uyanılır mı?  Uyandım işte.  Ayaklarımı sürükleyerek, banyoya gidiyorum.  Benimle birlikte nevresim takımı da bir sürüngen gibi peşimden yatak odasından banyoya kadar geliyor.  Gözüm kapalı aynanın karşısına geçiyorum. İki elimi evyenin mermerine dayadım.  Henüz başım eğik ve gözlerim kapalı.  Ama ellerim yardımı ile nerede durduğumu biliyorum.  Yavaşça kafamı kaldırıyor, gözlerimi açıyorum.  Beklediğimden daha iyi bir Ozan çehresi ile karşılaşıyorum.  Kendimi her sabah aynada görünce, seviniyorum.  Bana mahsus bir şey değil herhalde.  Tüm insanların içindeki narsizm kırpıntıları ego seviyelerine göre sabahları aynada mevcudiyetini gösteriyor olmalı.

 Bugün diyorum, farklı bir gün olacak.  Sırtımın ağrısına ve gri gökyüzüne rağmen faklı bir gün olacak.  Aklıma dün gece geliyor ve omuzlarım biraz daha yükseliyor, yerden.  Dün gece kendimi çok iyi hissettiğimi hatırlıyorum. Nevin Hanım’ın yüzündeki o memnun ifade. Üstelik bu kadar yorgunluğuna rağmen.  Bana çok iyi hissettirdi, gerçekten.  Bugün bir ara uğrayıp, durumunu kontrol edeyim.  Nedense bu hastane olayından sonra, onu görünce kendimi rahat ve doğal hissediyorum.  Bana kendimi iyi hissettirdiği için dudaklarıma bir gülümseme yapışıyor.  Ama çok geç kalmadan, hazırlanıp, ofise gitmeliyim.

 Ne oldu anlamadım ama ofisi hiç bu kadar renksiz görmemiştim.  İçeri girer girmez Faruk yanıma yaklaştı:

 
-          Duydun mu? Birader

-          Neyi?

-          Neyi, olacak, genel müdür önemli bir konuda bir açıklama yapacak, saat 10:00 da büyük toplantı salonuna çağırdı herkesi.  Biraz önce, Pelin gelip haber Verdi.

-          Hadi, tam da geç kalacak günü buldum, desene.

-          Neyse, sence nedir konu?

-          Ne bileyim, canım.  Müneccim miyim ben?

-          Bence kesin, genel müdür istifa ediyor, görürsün.

-          Aman, Faruk bu kaçıncı söyleyişin , o kadar çok söyledin ki birinde gidecek adam , sen den “Bak gördün mü diyeceksin”, şimdiden söyleyeyim deme sakın!

../devamı yarın

İşgaliye Ödemeden Zihnimiz


Zihnimizi meşgul tutmalıyız derken bunu kastetmemiştik, herhalde  Sürekli olmayacak şeylerin olacağını düşünmek ve sonra olacaklara göre senaryo hazırlamak meşguliyet değil.  Olsa, olsa zihin bulandırıcı bir işgaliye. Filtresiz ve yalın düşünmek için arındıramıyoruz kendimizi.

Orman ve dağları düşünmek de yalın düşünmek değil.  Ya da yeşil bir doğa ve masmavi denizi düşünmek.  Rahatlatıcı ama yalın değil. Hissettiklerini de kelimelere tercüme edip aklından geçirmek de.  Yalın düşünmek, ana göre yaşamak da değil. 

Ekstra düşünmemek bence.  O durum neyi düşünmek gerekiyorsa o.  Fazlası değil! İşte, burada yoldan çıkıyoruz.  Ekstradan düşündüğümüz için.  Daha fazla anlamlar ve duygular yükleyip, o soyut karmaşada boğuluyoruz.  Üstelik etrafımızı da bu karmaşık sarmalın içine çekiyoruz.  Girdap gibi. 

Çapraşık bir düşünce yumağından, arı bir düşün dünyasına açılan kapının dış mandalı olsak iyidir.  Hem yeridir, hem de gönül gözümüzün feridir.

Orhan Veli'den bir şiir ile bitirelim!

MACERA

Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.


Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.


Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine;
İnsanları gördüm.


Ne yardan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.


Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.
     
             (Yaprak, 15.5.1950)


  

Mandalina Kokulu Gecede - Şiirler

Mandalina Kokulu Gecede

Hani bir mandalina ile içmiştik rakıyı,
Tesadüfen, aşık olduğumuz o deniz kıyısında.
İki yaralı yürek buluşmuştuk o gece,
Açamadık bir türlü yüreklerimizi,
Ürkek, ürkek bağladık gönüllerimizi.
Açılamadık gördüğümüz denize,
Ayaklarımız bağlıydı sanki karaya.
Gece bitti, biz bitmedik.
Bitmemiş bir sabaha uyandık.
Ayrı, ayrı.
Yazık oldu bize, o mandalina kokulu gecede.

*-*-*-*

Merhaba

Merhaba,
Uzun ince bir derin gözlü esmere,
Akdeniz'de denize uzak bir durakta,
Gözü kapalı şarkı söylüyordu.
Bir gözü açıktı,
Çok sevmiştim onu.
Sevgiliden uzak bu diyarda.

25.01.2007

-*-*-*-

Uzaklar

Uzaklar yakın oldu, ben uzaklaştım,
Seni özlüyor, istiyordum.
Şimdi sen varsın ya, ben yokum.
Sahipsizlik içinde sahip olmayı özlersin.
Sahip olunca da sahipsizliği.
Dermansız bir dert gibi, bu.
Hiç olmayacak,
Yeni güne inanlar ile inançsızlar arasında kaldım.

12.02.2007

*-*-*-*

İki ayağımın üzerinde dikilirken - 5.bölüm


../.

Nevin’in gözünden:

Buğulu bir perde aralanıyor.  Sabah kalkışlarım gibi de değil.  Aman Allah’ım vücudum ne kadar yorgun?  Yatağımda değilim.  Telaşlanıyorum birden.  Nabzım hızlanıyor.  Burası bir hastane odası.  Birden sonra başımda bir hemşire beliriyor.  Yavaş, yavaş zihnimde canlanıyor ayrıntılar.  Karşı komşudaydım, salonda oturuyordum.  Sonra, sonrasını hatırlamıyorum.  Yoksa, Ozan Bey mi, getirdi beni buraya? Tanrım, ne kadar utanç verici bir durum.  Yine o bayılmalarımdan birini yaşamış olmalıyım.  Neyse ki, atlattım.

Bu sırada kapı açılır ve içeriye Ozan gelir.

“Nevin Hanım, geçmiş olsun! Bizi kaygılandırdınız ama şükür ki iyisiniz!”

“ Ozan Bey, size ne kadar teşekkür etsem, azdır. Evet, iyiyim. Sayenizde”

  Ara sıra, böyle kendimden geçiyorum.  Çoğunlukla evde olduğum için şimdiye kadar çok ciddi bir durumla karşılaşmadım.”

“ Doktorlar da bir sebebini bulamadılar.  Tahlillerimde de bir anomali çıkmıyor. Alıştık böyle devam ediyor birkaç senedir.”

“ Hatırlıyorsunuz, değil mi? En son benim salonumdaydınız. Ben de getirdiğiniz, tiramusunun tabağını boşaltmak için mutfağa girmiştim.”

“ Döndüğümde, baygın haldeydiniz. Ben de hemen bir ambulans çağırdım. Sizi buraya getirdik. Birazdan doktorunuz da gelip, size bilgi verir, herhalde.”

“ Öyle alelacele çıktık ki, dairenize uğrayamadık. Kime haber vereceğimi de bilemedim!”    

“ Ziyanı yok, Ozan Bey. Size karşı da mahcubum inanın.  Tatlı ikramının bir hastane odasında biteceğini bin sene düşünsem aklıma getiremezdim. Kalben, teşekkür ederim bir kez daha size.”

“ Kız kardeşim var. Bana bira uzak oturuyor, ama.  Haber vermeyerek, yersiz yere de endişelendirmemiş olduk.  Ben taburcu olur, olmaz kendisini ararım.”

“ Bu arada siz de yoruldunuz, alıkoymuş gibi oldum, sizi. Ne olur siz de evinize gidip, dinlenin.  Artık, görüyorsunuz, iyiyim.”

“ Hayır, Nevin Hanım.  Lütfen, böyle konuşmayın.  Taburcu olana kadar sizin yanınızdayım.  Getirdiğim gibi size evinize yine ben götüreceğim.  İtiraz da kabul etmiyorum.”

Konuştukları gibi, doktorda Nevin Hanım’ın iyi olduğunu ve taburcu edileceğini söyler. Ozan Nevin Hanım’ı arabasıyla oturdukları apartmana getirir.  İyi olduğundan emin olduktan sonra, kendi dairesine geçerek, vedalaşır.

O gece, şimdiye kadar hiç hissetmediği bir duygu ile yatağına girecektir.  Birileri için karşılıksız bir şey yapmış olmanın verdiği ; haz.  Üstelik bu koşuşturmanın telaşı bedenini de sokaktan gelen bir çocuk gibi yormuştur.  Pek uzun zamandır bu denli tatlı uykuyu tüm bedeninde hissederek yatağa girmemiştir.
../devamı yarın

Yine 3 Şiir - (Şairin Kadını Olmaz mı? - Hıçkırık - Köy Yeri)

Şairin Kadını Olmaz mı?

Mısralardaki kadınlarımız nerede?
Özlediğimiz, satırlara sığdıramadığımız,
Aşklarımız nerede?
Üstü çizilmiş defterlerimiz,
Üstü çizilmemiş aşklarımız.
Hepsi birbirinin içinde.

Hangisi yarimiz?
Ya Rabbimiz?

08.11.2007

*-*-*-*

Hıçkırık

Ağlamadan, özlemeden
Üzülmeden, hüzünsüz.
Sensiz, hıçkırık.

Bensiz mutlu musun?
Bilemeden,
Yalnız hıçkırık.

*-*-*-*

Köy Yeri

Dağ başında bir köy yeri,
Tek derslikli bir okul,
Sobanın etrafında tüm çocuklar,
Sınıfın ortasında bir öğretmen.
Ağzından yeni bir dünya doğuyor,
Kendi dünyası; bir gaz lambası.
Titrek ışığında, hasretlik mektuplar.

29.05.2007

İki ayağımın üzerinde dikilirken - 4.bölüm

../.

Sarı kanepemde gevşiyorum.  Televizyonda umarsız zapping.  Ne arıyorum sanki!  Yarı uyku halindeyim, hem de uyanıklık halinde.  Televizyonda Feride’nin fotoğrafı mı?  Ne işi var orada, derken kumandadan sesini açıyorum.
“ Sayın, seyirciler bir son dakika haberini paylaşıyoruz. Isparta seferini yapan yolcu uçağı alçalma esnasında düştü.  Uçakta bulunan 3 mürettebat ile birlikte 28 yolcu hayatını kaybetti.  Hayatını kaybeden yolcular, …Feride Evcen..”

Feride’nin tabutunu onu gördükten 2 gün sonra omuzluyorum.  Cami avlusunda, elleri iki yana açılmış, iki kadının avuçlarında annesine bakıyorum.  Çok daha üzülüyorum.  Hayatımda bir senedir yoktu ama hayatta olduğunu biliyordum.  Şimdi, bu ise bambaşka bir şey.   Herkesin başı önünde, kimsenin konuşmaya meali yok. 

Sabah kimseden taziye mesajı almıyorum.  Kimse, benim onu tanıdığımı bilmiyor.  Sadece gazete haberlerinde olayın yarattığı toplumsal infialin moralsizliği var, ofisin üzerinde.  Pelin’e bile katlanacak durumda değilim.  Akşamki şirket yemeğine gelip, gelemeyeceğimi sorduğunda, bahane uydurmadan gelemeyeceğimi söyledim.

  Aa, Ozan, saçmalıyorsun ama.  Herkes, orada olacak.  Ahmet Bey de tavır falan yaptığını zannedecek.  Geliyorsun, anlamam işte!”
“ Pelin, gelemeyeceğim, gerçekten! “
“ Sen idare edersin, beni Ahmet Bey’e karşı”

Sonuçta gitmedim.  Pelin’in bahanesine güvendim ve de evdeyim.  Kapı çalındı.  Açmadan, kapıya yaklaştıkça o güzel koku burnuma geldi.  Şimdiye kadar hiç duymadığım bir parfüm kokusu bu.  Kapıyı açtım, karşımda Nevin hanım.  Karşı komşum.  Nevin hanım, 40 yaşlarında, herhalde bankada çalışıyor.  Ara sıra hafta sonları 15-20 yaşlarında bir erkek çocuk ziyarete geliyor.  Şimdiye kadar, merhabalaşmanın dışında muhabbetimiz yok.  Bir de apartman toplantısında karşılaşmıştık.  Parfümü yoğunlaşmış.  Efsunlu bir duraktayım sanki.  .  Kapını eşiğinde durakaldım.  Ayak bileklerine gözüm kayıyor.  İçimden ne kadar da inceymiş diyorum.

“ İyi akşamlar, Ozan Bey. “
“ İyi akşamlar, Nevin hanım, buyurun. “

Elindeki tepsiye yavaşça, elimi uzatıyorum.  Bir taraftan göz temasını kaybetmiyorum.  Dikkatim, onda. 

“ Kusura bakmayın, rahatsız ettim.  Tiramisu yapmıştım.  Size de getirdim. “
“ Ne demek Nevin Hanım.  Rica ederim. Zahmet etmişsiniz.
“ Bir dakika, lütfen, buyurun ben size tabağınızı vereyim.”

Nevin hanım, “peki” ya da “bari” gibi bir kelime kullanarak içeri giriyor.  Gireceğinden o kadar emin ki.  Soruyu sorduktan sonra, arkamı dönüp gidiyorum. Sanki bir sonraki kareyi görmüş gibiyim.

Ancak Nevin Hanım içeri girerken gösterdiği çabukluk ve kararlılığı holde sona eriyor.  Anlayıp, arkamı dönüp onu salona sarı kanepeyi göstererek, buyur ediyorum.  Ederken, kanepedeki buruş, buruş Ikea battaniyesi gözüme çarpıyor.  Göz ve battaniye çarpışmasını takiben ışık hızıyla bir elde tabak, battaniyeyi topluyorum.  Nevin hanım biraz sıkılgan ve yüzüne reklam almış bir gülüş ile kanepeye ilişiyor.  Hızlı adımlar ile mutfağa koşuyorum.  Tiramusuyu sıyırıp, elimde tabağımı yıkamaya çalışmanın ümitsiz bir çaba olacağı neden akıma şimdi geliyor.  Üstelik benim yıkadığım bulaşık Nevin Hanım’ın kalite kontrolünden asla geçmeyecek ve bir daha onun evinde yıkanacak.  Deterjan ve su israfı ve çevre kirliliği.  Üstüne üstlük bu kadar zaman onu salonda yalnız bırakacağım.   Peki, bunu bildiği halde, o neden içeri gelmeyi kabul etti.  Ya da bana “bırakın kalsın, sonra alırım falan demedi?” Hıımm, bu durumda ben ne yapmalıyım?  Bulaşığı, bırakıp salona yöneliyorum.

Sarı kanepede Nevin Hanım’ı bırakmıştım, o bıraktığım yere dönüyorum.  Ne söyleyeceğimden emin tavrım, salona girince şaşkınlıkla sona eriyor.  Nevin Hanım’ı kanepede kolları yana açık, başı yana düşmüş, baygın halde görünce dona kalıyorum.      

../devamı yarın