Sarı kanepemde gevşiyorum. Televizyonda umarsız zapping. Ne arıyorum sanki! Yarı uyku halindeyim, hem de uyanıklık
halinde. Televizyonda Feride’nin
fotoğrafı mı? Ne işi var orada, derken kumandadan
sesini açıyorum.
“ Sayın, seyirciler bir son dakika haberini
paylaşıyoruz. Isparta seferini yapan yolcu uçağı alçalma esnasında düştü. Uçakta bulunan 3 mürettebat ile birlikte 28
yolcu hayatını kaybetti. Hayatını
kaybeden yolcular, …Feride Evcen..”
Feride’nin tabutunu onu gördükten 2 gün sonra
omuzluyorum. Cami avlusunda, elleri iki
yana açılmış, iki kadının avuçlarında annesine bakıyorum. Çok daha üzülüyorum. Hayatımda bir senedir yoktu ama hayatta
olduğunu biliyordum. Şimdi, bu ise
bambaşka bir şey. Herkesin başı önünde,
kimsenin konuşmaya meali yok.
Sabah kimseden taziye mesajı almıyorum. Kimse, benim onu tanıdığımı bilmiyor. Sadece gazete haberlerinde olayın yarattığı toplumsal infialin moralsizliği var, ofisin üzerinde. Pelin’e bile katlanacak durumda değilim. Akşamki şirket yemeğine gelip, gelemeyeceğimi sorduğunda, bahane uydurmadan gelemeyeceğimi söyledim.
“ Aa, Ozan,
saçmalıyorsun ama. Herkes, orada
olacak. Ahmet Bey de tavır falan
yaptığını zannedecek. Geliyorsun,
anlamam işte!”
“ Pelin, gelemeyeceğim, gerçekten! ““ Sen idare edersin, beni Ahmet Bey’e karşı”
Sonuçta gitmedim.
Pelin’in bahanesine güvendim ve de evdeyim. Kapı çalındı.
Açmadan, kapıya yaklaştıkça o güzel koku burnuma geldi. Şimdiye kadar hiç duymadığım bir parfüm
kokusu bu. Kapıyı açtım, karşımda Nevin
hanım. Karşı komşum. Nevin hanım, 40 yaşlarında, herhalde bankada
çalışıyor. Ara sıra hafta sonları 15-20
yaşlarında bir erkek çocuk ziyarete geliyor.
Şimdiye kadar, merhabalaşmanın dışında muhabbetimiz yok. Bir de apartman toplantısında
karşılaşmıştık. Parfümü
yoğunlaşmış. Efsunlu bir duraktayım
sanki. .
Kapını eşiğinde durakaldım. Ayak
bileklerine gözüm kayıyor. İçimden ne
kadar da inceymiş diyorum.
“ İyi akşamlar, Ozan Bey. “
“ İyi akşamlar, Nevin hanım, buyurun. “Elindeki tepsiye yavaşça, elimi uzatıyorum. Bir taraftan göz temasını kaybetmiyorum. Dikkatim, onda.
“ Kusura bakmayın, rahatsız ettim. Tiramisu yapmıştım. Size de getirdim. “
“ Ne demek Nevin Hanım. Rica ederim. Zahmet etmişsiniz.“ Bir dakika, lütfen, buyurun ben size tabağınızı vereyim.”
Nevin hanım, “peki” ya da “bari” gibi bir kelime kullanarak içeri giriyor. Gireceğinden o kadar emin ki. Soruyu sorduktan sonra, arkamı dönüp gidiyorum. Sanki bir sonraki kareyi görmüş gibiyim.
Ancak Nevin Hanım içeri girerken gösterdiği çabukluk
ve kararlılığı holde sona eriyor.
Anlayıp, arkamı dönüp onu salona sarı kanepeyi göstererek, buyur
ediyorum. Ederken, kanepedeki buruş,
buruş Ikea battaniyesi gözüme çarpıyor.
Göz ve battaniye çarpışmasını takiben ışık hızıyla bir elde tabak,
battaniyeyi topluyorum. Nevin hanım
biraz sıkılgan ve yüzüne reklam almış bir gülüş ile kanepeye ilişiyor. Hızlı adımlar ile mutfağa koşuyorum. Tiramusuyu sıyırıp, elimde tabağımı yıkamaya
çalışmanın ümitsiz bir çaba olacağı neden akıma şimdi geliyor. Üstelik benim yıkadığım bulaşık Nevin Hanım’ın
kalite kontrolünden asla geçmeyecek ve bir daha onun evinde yıkanacak. Deterjan ve su israfı ve çevre kirliliği. Üstüne üstlük bu kadar zaman onu salonda
yalnız bırakacağım. Peki, bunu bildiği halde, o neden içeri
gelmeyi kabul etti. Ya da bana “bırakın
kalsın, sonra alırım falan demedi?” Hıımm, bu durumda ben ne yapmalıyım? Bulaşığı, bırakıp salona yöneliyorum.
Sarı kanepede Nevin Hanım’ı bırakmıştım, o bıraktığım yere dönüyorum. Ne söyleyeceğimden emin tavrım, salona girince şaşkınlıkla sona eriyor. Nevin Hanım’ı kanepede kolları yana açık, başı yana düşmüş, baygın halde görünce dona kalıyorum.
../devamı yarın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder