UZUN UZUN

UZUN, UZUN 


ağır ağır oturalım usta,bu sefer,
ağırdan alalım, hayal kırıklıklarını.

adam akıllı, usul usul içelim usta,
her kadehte aramadan bahtımız çıksın karşımıza.

kadehlerin çeperlerinden kim akarsa aksın,
korkmadan seyredelim.

Gözlerinin içine bakalım,
kırdığımız kalplerin.

giderken bakamadığımız gibi ama,
usul usul bakalım usta.

ağlayalım, ağlayabildiğimiz kadar,
unuttuğumuz zamandan beri,
ağlayalım uzun uzun.

uzun uzadıya oturalım bu sefer ,
gidenlerin hatırına.

her gideni uğurlayalım uzun uzun,
gelenleri hoş edelim meşrebimizce.

hoş otursunlar,
hoş kalksınlar,usta.

işret edelim gidenlerin namına,
dur diyelim kalkacak olana;
bir dur!Usta!

bak bakalım kadehine: kim ağlıyor?
kimi bırakıp gidiyorsun bu gece.

tutalım kolundan oturtalım,
kimse bırakıp gitmesin kadehleri,
kimseyi ağlatmayalım kadehlerde.

tutalım sıkıca anıları,
yavaş, yavaş bırakalım, usta!

usulca kaysın avucumuzdan yıllar,
şarkılarla yad ellere yollayalım,
o ellere yakışmayanları...


14.04.2016 perşembe saat 21:30

Öleyim Bu Damlalarla

Öleyim Bu Damlalarla


Korkak bir pencereden bakıyorum sana,
Adam akıllı severek ( söylemeyerek)

Buluta bile söylemeden,
Yağıyor özlem omuzlarıma.

İniyor yüreğime damlalar bir bir,
Giriyor koynuma mısralar, teker teker.

Düş böğrüme aşk, benden gayrı,
Düş göreyim gündüz gözümle.

Kalp ağrısını göreyim;
Hıçkırık bile görünsün gözüme,

Teker teker öleyim ben bu damlalarla.

(mutfak penceresinde kedi, tabakta elma, yanında rakı, serde kahır) 10.04.2016

Şüpheli sevda

Şüpheli sevda


Bir iki satırda şüpheli sevdam,
Ez cümle sevdiğinden şüpheliyim.

Sen de şimdi selamsıza gidiyorsundur,
Selam sana zulüm, ben ise ezelden zalim.

Sevginin nazariyet sınavında, ikmale kalmış,
Bir kaç kelimelik şiir gibiyim!

Hangi Taraftan?

Hangi Taraftan?

Sabah hangi tarafından kalktığını bilmiyorsun. Büyük ihtimalle yatağın hangi tarafı kalkmaya uygunsa oradan kalkmışsındır. Duvara çıkmadın, demek ki duvarın diğer tarafından kalktın. 
Kafanda güne dair bir ufuk yok. Kendini hayatın akışına bırakmanın avuntu gölünde yüzeceksin.  Yaptığın işlere ve söylediğin sözlere bir ana fikir yüklemekten bıktın. Ama, bıkkınlık hissetmiyorsun. Herkesin yaptığı gündelik işlere taammüden bir anlam kazandırmalısın. Sen farklısın ve yaptığın her şeyin farklı olması gerekir. Çay demlerken içine tarçın koyarsın. Salataya domatesi iri iri doğrarsın. Laflarını seçerek konuşursun. Kızmazsın, kızgınlık davranışlarını yitirdin. Ancak, kızgın olma halini yitiremedin. Davranışlarını değiştirdin. Duygularını değiştiremedin. Her şeyini törpülemeyi beceriyorsun.  Hem doğuştan gelen yeteneğinle hem de sonradan öğrendiklerinle.  Efendi sıfatını hak etmek için böyle yapman gerekiyor.  Yapılması gerekenleri biliyorsun ancak yapmak istediklerini bilmiyorsun.  Fakat, yapmak istemediklerinin farkındasın ve bunlar çoğu zaman yapılması gerekenler ile örtüşüyor.  İstemeyerek yapmanın ustası olmak, en iyi yaptığın iş bu olmalı. Saçını, sakalını, tırnaklarını uzamasına fırsat vermeden kesiyorsun.  Senden hiçbir uzantının dış dünyaya batmaması gerek.  Kalbin güm güm atmıyor, ciğerlerin nefes nefese kalmıyor, miden çatlarcasına dolmuyor.  Ayaklarına kara sular inmiyor, ödün patlamıyor, betin benzin atmıyor.
Sakin ve korkutucu bir dinginlikle duruyorsun.  Mıknatıs olduğunu düşünüyorsun.  Seni bulacaklar.  Parçacıklar serbestçe dolaşırken senin çekim alanına girecek ve sana yapışacaklar.  Fırsat kolluyorsun.  Neyin fırsat olduğunu bilmeden. 
Seçeneklere göre davranmayı seçiyorsun.  Önünde hangi seçenek varsa onların arasından en uygun olanını bulmak. Peki, ya tek bir seçenek varsa? Seçenek yaratma yetin yok! Bir yerlerde okumuştum.  Özgürlük kendi seçeneklerini yaratmaktır, diye.  Bu durumda sen özgür değilsin.  Ancak, etrafına bir özgürlük imajı yayıyorsun.  Özgür davranmak ile özgür hissetmek arasındaki fark bu olsa gerek.  Olmayı beceremiyorsun.  Hala yapmayı becermek istiyorsun.  Yapmaya şartlanmışsın.  Yapmadan olamıyorsun.  Olmadan yapabilir misin?  Yaparak olunan bir ortamda sen olarak ne yapabilirsin?  
Nasıl olursun? Nasıl oluruz?  Nasıl olurum?
Kendinden beklentilerin ne kadar fazla ve karmaşık! Bilgin artıkça daha da karışıyor. Bilgin olmak ile bilge olmak arasında işte bu yalınlık eşiği var. Daha çok bildikçe bildiklerinin tamamını kullanmak istiyorsun. Kullanamayınca eksik hissediyorsun. İnsanın kendisini bilgi ile tamamlamaya çalışması özünde bütünlük ile çelişiyor. “ Hamdım, piştim, yandım!” Pişince yanıyorsun. Yanmadan pişmenin bir yolu olmalı. Hamken çekirdeksin özünü içeren her şey orada. Olgunlaşınca kabuk bağlıyorsun. Bu seni dış etkenlerden koruyor ancak özüne ulaşmayı da engelliyor. Kabuk sertleşiyor, kuruyorsun. Özünü korumak için geliştirdiğin tabaka seni kurutuyor.

Kuruyorsun...

Şiirler ( İki kelime - Suskun- Hayata Dair Özgürlük)

Serdar'la gece yarısı yazdıklarımıza atfen...

İki Kelime

Terk etmesi iki kelime,
Yazması tek bir satır, keyfinde sabah.
Doğmadan güneş, terk etmeden sen,
Kayıp düşlerim, yorgun.
Kaygısız, yalnız dolaşıyor ellerim saçlarında,
Sabaha kadar,

Yalnız.

Suskun

Suskunum sensiz.

Bir renksiz boyaya bakıyorum,
Suskunum, sensizim.
Ne beter şeymiş suskunluk?
Anılar, aşk, geceler, şiirler,
Hepsi sensiz.

Suskunum, şaşkınım, dermansızım,
Yazacak ne çok şey varmış,
Suskunluğuma;
Sebepsiz, boş, karamsar suskunluğuma.
Kalemimden özlemim akıyor,
Ama boş, hepsi sensiz.

Hayata Dair (Özgürlük)

Nedir ki? ölenlerin yanı başında,
De ki, bir banka oturmuşum,
Hem de yanı başımda, sen yoksun,
Beri yanda canlar ölü doğuyor,
Ben ki, sensizim diyebilir miyim?
Sen, bensiz, hayat bizsiz,

Ölen özgür, diri esir,
Ölenlerin yanı başındakiler: kimsesiz.




Ahmetcük

Küçük kasabada şeytan gibi bir çocuktum. Yani şeytan gelse çocukluğunu özleyecek cinsten. Cins bir çocuktum. Ahmet. Kasaba küçükmüş ben farkında değildim. Yazarken anladım. Çok sonra. Ben camiyi uzak sanırdım, çarşı daha da uzakmış. Otobüsle gelen Fatma teyze hele; hepten uzakmış. Ahmet, şiirlerdeki Ahmet. O zaman yazı yazacağımı bilmiyordum. Büyük şehre gideceğimi de. Daha ırmakta kaybolmamıştım. Büyük şehrin çarşısında ekmek almaya gönderdiler. Fırını, kokusundan buldum. Meğer bütün fırınların kokusu aynıymış. İnsanları da. Kasaba - şehir fark etmezmiş. Ben de yazarken anladım, Ahmet. Fırınmış, kasaba ile şehri buluşturan. Kaybolduğum zannettiğim şehirde hem de. Kasabamızmış ya la fırın. Ulan Ahmet, haylaz Ahmet, şeytan Ahmet! Ne çok özledim seni Ahmetcük Ahmet.

18.03.2016 küçükyalı
02:05