“İki Ayağımın üzerinde Dikilirken” 19 Bölüm birden tamamı



1.Bölüm

Benim adım Ozan Kasabalı.

İlk ayağa kalkıp yürümeye başladığımın üzerinden çok zaman geçti.  Geçmeye de devam ediyor.  Ellerim iki yana açık paytak, paytak yürürken ki duygu damarlarımda dolaşıyor, hala.  Hayatım, şimdi daha başka!  Bambaşka.  Ayaklarımın üzerinde dikilirken çok renkli şeyler görüyorum.
Gökyüzü, mavi ve beyaz bulutlar, kirli kiremit çatı ve yağmur oluğu...

Tepemdeki bulutlar benimle beraber yürüyor, sanki.  Başım yukarıda az kalsın birine çarpıyordum.  Binaların arasından gökyüzünü seyrederek yürümeyi seviyorum.  Kurtulamadım bir türlü bu aylak alışkanlığımdan.  Orhan Veli de yürürken açılmış bir çukura düşüp hastanelik olmuştu.  Bu talihsizlikten kısa bir süre sonra da vefat etmişti.  Bir çukura düşeceğim, böyle giderse.  En azından büyük şairde düşmüş der, avuturum kendini.  Eski binaların arasında kalmış ucube yeni yapıları pas geçiyorum.

Hızlı, hızlı yürüyen hanımların içerisinde en hoş giyimli kadın hangisi?  Bayılıyorum onu aramaya.  En önemlisi ayakkabı ve çorap uyumu bence.  Sadece o zamanlar gözlerimi yerde yakalıyorum.  Sonra saçı, başı ve elindeki çantası.  Ve bunların içerisinde uyumlu, elegan bir çehre arıyorum.  Bir tanesini görünce de hayal etmek için, sanki, gökyüzüne bakıyorum.  Dalıyorum, bulutların arasına.  Onu, bir misafir salonunda hayal ediyorum.  Koltukta nasıl oturmuş?  Bacak, bacak üzerine nasıl atmış?  Ayak uçları, dizlerin gerisinde mi? ilerisinde mi? Elleri, kolçakta mı? Yoksa dizlerinin üzerinde mi? Aaa evet, saatime bakmalıyım.  Gecikmişim.  Gecikme mahcubiyeti ile hızlanıyorum.
Asansörün soğuk, gri renkli kapısını üzerindeki onlarca özensiz, anahtarcı, tüpçü, kebapçı çıkartmaları ile beraber oluşan görüntü rahatsız ediyor, beni!  Asansör dediğin 2 kapılı olmalı.  Birinci kapı dışa doğru, ikinci kapı yanlara doğru açılmalı! Bizimki antika, yani cins manasında.  Sıkıca basmayıp, "o " derinden gelecek " kılaksss" sesini duymadan parmağını kaldırmamalısın butondan.  Yoksa, almıyor!  Neyse, kata doğru çıkıyoruz.  Acaba, Pelin gelmiş midir?  Onu görüp işe başlayınca, günüm daha güzel geçiyor.
Hay Allah kahretsin! kravatımda kocaman bir yağ lekesi var.  Sanki kendi deseni gibi fark etmemişim.  Ceketimin önünü ilikliyor, o lekeyi ceketin içine gömüyorum.  Nasılsa, masaya oturunca görünmeyecek.  Bu gerginlikle Pelin'in karşısına çıkamam.  Hele ki onun konuşurken, kravatımı düzeltme alışkanlığı var, hiç olmaz.  Hızlıca masama doğru ilerliyorum, daha millet mutfakta herhalde, masalar boş.         
../ devamı yarın

./2.Bölüm

Sabah ilk iş bilgisayarı açıp e postama bakmayacağım bugün.  Mutlaka canımı sıkan bir mail vardır, şimdi.  Aranmıyorum bu sabah nedense, diğer sabahlar gibi.  Bazı sabahlar, o canımı sıkacak e-postayı deliler gibi ararken buluyorum kendimi. Hızlı ve kendinden emin adımlarla ilerliyorum masama.  İki hamlede açıyorum bilgisayarı.  Ekranlar açıp, kapanıp, kum saati de devrilip dururken bacağımı sallamaya başlıyorum.  Sabırsızlıkla bekliyorum, onu.  Bir an önce geleceğini biliyorum.  Hah, işte tam karşımda.  Hem de beklediğim kişiden üstelik.  Sinir bozacak kadar kişiye de cc yapılmış.  Ama  bugün o günlerden değil.  Boşveriyorum.
Bugün akşamı etmek için idare edilecek bir gün.  Suya, sabuna dokunmadan fazla kişiye de görünmeden geçmeli bugün.  Kart basarken çıkan bip seslerinde kaybolunacak bir gün.  Yarını kurtarmak için bugünü feda etmeliyim.  Kravatımı çıkaramayacağım demek ki! Dikkat çekerim, zira.  Oysa, kravatsız takım elbise ve gömlek giyenlere özeniyorum.  Hem uygar, hem de Mafioso bir imaj.  Tatlı-ekşi çin yemekleri gibi.  Tezat, ama güzel.   Başka sefere.  Belki bir cuma günü bunun için daha uygun. Aa, Pelin geliyor.  Pelin genel müdürün sekreteri.  5 yılı aşkın şirkette.  İyi geçiniyoruz.  Karşılıklı kurlaşıyoruz ama ilerisine geçmeyi hiç düşünmedik!  En sevdiğim elbisesini giymiş, bugün.  O mayi kolye de çok yakışıyor.  Mavi gözlerine.
"Günaydın, Ozan.  Koordinasyon toplantısı var bugün, unutmadın değil mi?"
"Günaydın.  Eeh, yoo! Unutmuşum gibi bir halim mi var? Son hazırlıklarımı yapıyorum, da!"
"Süperr. Kravatın çok yakışmış!  Koyu renk sana daha yakışıyor, daha sık böyle giyinmelisin!"
"Haklısın, tavsiyene uyacağım. Ama, senin kimsenin tavsiyesine ihtiyacın yok. Sadece, kompliman olabilir. Bu elbisenin içerisinde harika görünüyorsun"
"Ayy, çok teşekkür ederim. Beğendiğine sevindim"
" Ayrıca, İyi edersin, kadınların tavsiyelerini dinleyen erkekler daha başarılı olurlarmış"
"Ne demezsin, başarı yolunda azimliyim"
"İyi çalışmalar.Ozan'cımm. Toplantıya gecikme"
"Sana da Pelin. Gecikmem merak etme!"
Hay Allah! Toplantıyı tamamen unutmuştum. Artık, kaybolamam. Toplantı öncesi, rapor ve telefon trafiği ancak bol kahve ve çay ile buharlaşabilir. Öğle yemeğinde, toplantı masasında sünger ekmek içine kaşarlı sandviç yemek de cabası. Çay almalıyım. Mutfağa doğru yöneliyorum. Mutfakta, Faruk, çayını dolduruyor. Faruk, muhasebe elemanı. Sosyal yönden aktif biri. Sürekli, gezi ve aktivite düzenler.
"Günaydın, moruk. Keyifler nasıl?"
"Noolsun? İdare ediyoruz. Sen nasılsın?"
"İyiyim. Hafta sonu Yedigöller gezisine geliyor musun?"
"Yoo, ne zaman bildirdiniz?"
"Mail gönderdik ya! Sen yine okumamışsın! Bak bu sefer gel, hem Aylin de geliyor"
" Yaa Aylin 'in ne alakası var şimdi?"
"Canım, bilgi, olsun diye söyledim. Bir ilgisi yok! Hadi acele et, haber ver bana. Listeleri kesinleştiriyoruz"
"Tamam, tamam. Hadi, iyi çalışmalar!"

../devamı yarın

./3.Bölüm

Neyse, toplantıyı da atlattım.  Artık, evdeki sarı kanepem beni bekliyor.  Neyi kaydetmiştim en son?  Lost'un kaçıncı bölümünde kalmıştım?  Her neyse, seyredince hatırlarım.  Akşam karanlığı çökmeye başladı mı, ofisin temposu da günü yorgun saatlerine ayak uyduruyor.  Hareketler ve mesaj trafiği yavaşlıyor.  Ofisin hedefi aynı: bir an önce buradan çıkmak!
Asansörde o sevdiğim kokuyu duyuyorum yine  Gözlerimi kapatıp, içime çekiyorum.  Parfümle karışık ten kokusu.  Ama asansör o kadar kalabalık ki, kimden geldiğini ancak tahmin edebilirim.  Yoksa, şu deve tüyü paltolu, kırımızı rujlu, kumral hatun mu?  Tanıyorum onu galiba.  Yukarıdaki gemi acentesinde çalışıyor.  Bir kaç defa köşedeki börekçi de dikkatimi çekmişti.  Oturup, yiyiyordu.  Diğerleri gibi paket yaptırmamıştı.  Önünde de sıcak süt vardı.  Şimdi daha iyi hatırlıyorum.  Birisine de benzeteceğim, sanki.  Haa, evet, Gywenth Paltrow'a benzetiyorum onu!  Böyle güzel kadınları sürekli bir aktrislere benzetirler.  Ancak, çoğu zaman benzetilenlerin arasında bir benzerlikte yoktur.  Bir arkadaşımı hem Ezgi Mola'ya hem de Angelina Jolie'ye benzetilerdi, mesela!  Herhalde, onların görüp de benim yakalayamadığım, bir incelik var!  Kimbilir?  Ama bu kumraldan eminim, kesinlikle benziyor.  Fakat, daha somurtkan.  Nasıl olmasın?  Somurtkan olmak bu coğrafyada kadına gizem ve statü kazandırıyor.  Askıntı eşiğini daha yukarıya taşıyorsun.  Belki de bunu bir tür savunma mekanizması olarak kullanıyordur.  Neden olmasın?
Yürüken, birden, tiz bir " Merhaba" sesi ile irkiliyorum.
" Ozann?! "
" Feride? Merhaba, naaber? "
" İyidir, vallahi. Sen nasılsın? Asıl? "
" Ne olsun? Koşturmaca, iş, güç, işte "
Feride ile altı ay kadar çıkmıştık.  Çok güzel de zaman geçirmiştik!  Sonra, yollarımız ayrıldı.  Aradan da sanırım, bir yıl geçmiş olmalı.  Ama, kimin, kimde gönlü kaldı belli değildi.  İkimiz de serinkanlı davranmaya çalışmıştık.  O zamandan beri ilk görüşüm.  Şimdi, bir nebze tıkandım.  O tiz sesinin beni olumlu etkilemediğini hatırladım, evet.  Ama şimdi?  Ne demeliyim? Konuşmaya nereye götürmeliyim? Bir çıktığı var mı? Ya da varsa, yoksa ne fark eder?  Bir yere davet etsem, çok ham olacak?
" Hiç aramıyorsun?  Ne oldu? Dargın mıyız? "
" Haa, yok ya!  Neden dargın olalım? Bir bahane çıkmadı vallahi "
" Bahane aramana gerek yok ki!  Hal, hatır sormak da mı bahaneyle ? "
" Evet, haklısın, biz eski arkadaş sayılırız.  Değil mi? "
" Kesinlikle. "
" Zamanın varsa, bir şeyler içelim, şurada şirin bir café var! "
" Aaa, çok isterdim ama, bir yere sözüm var.  Yetişmeliyim.  Başka, sefere ha? olur mu? "
" Tabi, tabi. Olur, neden olmasın.  Ben de öylesine diye ... ""
" Ozan'cım, ben gitmeliyim.  Kendine iyi bak, bahane aramayı bırak, ara olur mu? "
" Olur, olur. Hadi, sen de dikkat et kendine, Bye! "
Mesajları kendime göre yorumlayıp, olur olmadık anlamlar çıkarmakta üstüme yok ki! Bu konuda bir numarayım.  Kimseye kaptırmam, bu sırayı.  Hödük gibi kaldım.  Konuşmalarından sanki, muhabbeti daha uzatmak istermiş gibi geldi bana.  Oysa, bir yere sözü varmış.  Kimbilir, belki de sözü falan yok.  Sadece, beni, başından savmak için uydurdu.  Düştüğüm, durma bak!  Ahmak gibi hissediyorum kendimi.  Eski, eskidir.  Neden, dönüp bakarsın?

../devamı yarın

../4.Bölüm

Sarı kanepemde gevşiyorum.  Televizyonda umarsız zapping.  Ne arıyorum sanki!  Yarı uyku halindeyim, hem de uyanıklık halinde.  Televizyonda Feride’nin fotoğrafı mı?  Ne işi var orada, derken kumandadan sesini açıyorum.
“ Sayın, seyirciler bir son dakika haberini paylaşıyoruz. Isparta seferini yapan yolcu uçağı alçalma esnasında düştü.  Uçakta bulunan 3 mürettebat ile birlikte 28 yolcu hayatını kaybetti.  Hayatını kaybeden yolcular, …Feride Evcen..”
Feride’nin tabutunu onu gördükten 2 gün sonra omuzluyorum.  Cami avlusunda, elleri iki yana açılmış, iki kadının avuçlarında annesine bakıyorum.  Çok daha üzülüyorum.  Hayatımda bir senedir yoktu ama hayatta olduğunu biliyordum.  Şimdi, bu ise bambaşka bir şey.   Herkesin başı önünde, kimsenin konuşmaya meali yok.

Sabah kimseden taziye mesajı almıyorum.  Kimse, benim onu tanıdığımı bilmiyor.  Sadece gazete haberlerinde olayın yarattığı toplumsal infialin moralsizliği var, ofisin üzerinde.  Pelin’e bile katlanacak durumda değilim.  Akşamki şirket yemeğine gelip, gelemeyeceğimi sorduğunda, bahane uydurmadan gelemeyeceğimi söyledim.
“  Aa, Ozan, saçmalıyorsun ama.  Herkes, orada olacak.  Ahmet Bey de tavır falan yaptığını zannedecek.  Geliyorsun, anlamam işte!”
“ Pelin, gelemeyeceğim, gerçekten! “
“ Sen idare edersin, beni Ahmet Bey’e karşı”
Sonuçta gitmedim.  Pelin’in bahanesine güvendim ve de evdeyim.  Kapı çalındı.  Açmadan, kapıya yaklaştıkça o güzel koku burnuma geldi.  Şimdiye kadar hiç duymadığım bir parfüm kokusu bu.  Kapıyı açtım, karşımda Nevin hanım.  Karşı komşum.  Nevin hanım, 40 yaşlarında, herhalde bankada çalışıyor.  Ara sıra hafta sonları 15-16 yaşlarında bir erkek çocuk ziyarete geliyor.  Şimdiye kadar, merhabalaşmanın dışında muhabbetimiz yok.  Bir de apartman toplantısında karşılaşmıştık.  Parfümü yoğunlaşmış.  Efsunlu bir duraktayım sanki.  .  Kapını eşiğinde durakaldım.  Ayak bileklerine gözüm kayıyor.  İçimden ne kadar da inceymiş diyorum.
“ İyi akşamlar, Ozan Bey. “
“ İyi akşamlar, Nevin hanım, buyurun. “
Elindeki tepsiye yavaşça, elimi uzatıyorum.  Bir taraftan göz temasını kaybetmiyorum.  Dikkatim, onda.
“ Kusura bakmayın, rahatsız ettim.  Tiramisu yapmıştım.  Size de getirdim. “
“ Ne demek Nevin Hanım.  Rica ederim. Zahmet etmişssiniz.
“ Bir dakika, lütfen, buyurun ben size tabağınızı vereyim.”
Nevin hanım, “peki” ya da “bari” gibi bir kelime kullanarak içeri giriyor.  Gireceğinden o kadar emin ki.  Soruyu sorduktan sonra, arkamı dönüp gidiyorum. Sanki bir sonraki kareyi görmüş gibiyim.
Ancak Nevin Hanım içeri girerken gösterdiği çabukluk ve kararlılığı holde sona eriyor.  Anlayıp, arkamı dönüp onu salona sarı kanepeyi göstererek, buyur ediyorum.  Ederken, kanepedeki buruş, buruş Ikea battaniyesi gözüme çarpıyor.  Göz ve battaniye çarpışmasını takiben ışık hızıyla bir elde tabak, battaniyeyi topluyorum.  Nevin hanım biraz sıkılgan ve yüzüne reklam almış bir gülüş ile kanepeye ilişiyor.  Hızlı adımlar ile mutfağa koşuyorum.  Tiramisuyu sıyırıp, elimde tabağımı yıkamaya çalışmanın ümitsiz bir çaba olacağı neden akıma şimdi geliyor.  Üstelik benim yıkadığım bulaşık Nevin Hanım’ın kalite kontrolünden asla geçmeyecek ve bir daha onun evinde yıkanacak.  Deterjan ve su israfı ve çevre kirliliği.  Üstüne üstlük bu kadar zaman onu salonda yalnız bırakacağım.   Peki, bunu bildiği halde, o neden içeri gelmeyi kabul etti.  Ya da bana “bırakın kalsın, sonra alırım falan demedi?” Hıımm, bu durumda ben ne yapmalıyım?  Bulaşığı, bırakıp salona yöneliyorum.

Sarı kanepede Nevin Hanım’ı bırakmıştım, o bıraktığım yere dönüyorum.  Ne söyleyeceğimden emin tavrım, salona girince şaşkınlıkla sona eriyor.  Nevin Hanım’ı kanepede kolları yana açık, başı yana düşmüş, baygın halde görünce dona kalıyorum.     
../devamı yarın
../5.Bölüm

Nevin’in gözünden:
Buğulu bir perde aralanıyor.  Sabah kalkışlarım gibi de değil.  Aman Allah’ım vücudum ne kadar yorgun?  Yatağımda değilim.  Telaşlanıyorum birden.  Nabzım hızlanıyor.  Burası bir hastane odası.  Birden sonra başımda bir hemşire beliriyor.  Yavaş, yavaş zihnimde canlanıyor ayrıntılar.  Karşı komşudaydım, salonda oturuyordum.  Sonra, sonrasını hatırlamıyorum.  Yoksa, Ozan Bey mi, getirdi beni buraya? Tanrım, ne kadar utanç verici bir durum.  Yine o bayılmalarımdan birini yaşamış olmalıyım.  Neyse ki, atlattım.
Bu sırada kapı açılır ve içeriye Ozan gelir.
“Nevin Hanım, geçmiş olsun! Bizi kaygılandırdınız ama şükür ki iyisiniz!”
“ Ozan Bey, size ne kadar teşekkür etsem, azdır. Evet, iyiyim. Sayenizde”
“  Ara sıra, böyle kendimden geçiyorum.  Çoğunlukla evde olduğum için şimdiye kadar çok ciddi bir durumla karşılaşmadım.”
“ Doktorlar da bir sebebini bulamadılar.  Tahlillerimde de bir anomali çıkmıyor. Alıştık böyle devam ediyor birkaç senedir.”
“ Hatırlıyorsunuz, değil mi? En son benim salonumdaydınız. Ben de getirdiğiniz, tiramisu tabağını boşaltmak için mutfağa girmiştim.”
“ Döndüğümde, baygın haldeydiniz. Ben de hemen bir ambulans çağırdım. Sizi buraya getirdik. Birazdan doktorunuz da gelip, size bilgi verir, herhalde.”
“ Öyle alelacele çıktık ki, dairenize uğrayamadık. Kime haber vereceğimi de bilemedim!”   
“ Ziyanı yok, Ozan Bey. Size karşı da mahcubum inanın.  Tatlı ikramının bir hastane odasında biteceğini bin sene düşünsem aklıma getiremezdim. Kalben, teşekkür ederim bir kez daha size.”
“ Kız kardeşim var. Bana bira uzak oturuyor, ama.  Haber vermeyerek, yersiz yere de endişelendirmemiş olduk.  Ben taburcu olur, olmaz kendisini ararım.”
“ Bu arada siz de yoruldunuz, alıkoymuş gibi oldum, sizi. Ne olur siz de evinize gidip, dinlenin.  Artık, görüyorsunuz, iyiyim.”
“ Hayır, Nevin Hanım.  Lütfen, böyle konuşmayın.  Taburcu olana kadar sizin yanınızdayım.  Getirdiğim gibi size evinize yine ben götüreceğim.  İtiraz da kabul etmiyorum.”
Konuştukları gibi, doktorda Nevin Hanım’ın iyi olduğunu ve taburcu edileceğini söyler. Ozan Nevin Hanım’ı arabasıyla oturdukları apartmana getirir.  İyi olduğundan emin olduktan sonra, kendi dairesine geçerek, vedalaşır.
O gece, şimdiye kadar hiç hissetmediği bir duygu ile yatağına girecektir.  Birileri için karşılıksız bir şey yapmış olmanın verdiği ; haz.  Üstelik bu koşuşturmanın telaşı bedenini de sokaktan gelen bir çocuk gibi yormuştur.  Pek uzun zamandır bu denli tatlı uykuyu tüm bedeninde hissederek yatağa girmemiştir.

../6.Bölüm

Hiç yataktan kalkmak istemediğim bir sabah, gri ya da siyah bir gökyüzü, sırt ağrısı ve nasıl bu kadar bet bir sese ayarladığımı bilmediğim telefonun çalar saati.  Hiç yatmamış gibi uyanılır mı?  Uyandım işte.  Ayaklarımı sürükleyerek, banyoya gidiyorum.  Benimle birlikte nevresim takımı da bir sürüngen gibi peşimden yatak odasından banyoya kadar geliyor.  Gözüm kapalı aynanın karşısına geçiyorum. İki elimi evyenin mermerine dayadım.  Henüz başım eğik ve gözlerim kapalı.  Ama ellerim yardımı ile nerede durduğumu biliyorum.  Yavaşça kafamı kaldırıyor, gözlerimi açıyorum.  Beklediğimden daha iyi bir Ozan çehresi ile karşılaşıyorum.  Kendimi her sabah aynada görünce, seviniyorum.  Bana mahsus bir şey değil herhalde.  Tüm insanların içindeki narsisim kırpıntıları ego seviyelerine göre sabahları aynada mevcudiyetini zuhur ediyor olmalı.

Bugün diyorum, farklı bir gün olacak.  Sırtımın ağrısına ve gri gökyüzüne rağmen faklı bir gün olacak.  Aklıma dün gece geliyor ve omuzlarım biraz daha yükseliyor, yerden.  Dün gece kendimi çok iyi hissettiğimi hatırlıyorum. Nevin Hanım’ın yüzündeki o memnun ifade. Üstelik bu kadar yorgunluğuna rağmen.  Bana çok iyi hissettirdi, gerçekten.  Bugün bir ara uğrayıp, durumunu kontrol edeyim.  Nedense bu hastane olayından sonra, onu görünce kendimi rahat ve doğal hissediyorum.  Bana kendimi iyi hissettirdiği için dudaklarıma bir gülümseme yapışıyor.  Ama çok geç kalmadan, hazırlanıp, ofise gitmeliyim.

Ne oldu anlamadım ama ofisi hiç bu kadar renksiz görmemiştim.  İçeri girer girmez Faruk yanıma yaklaştı:

- Duydun mu? Birader
- Neyi?
- Neyi, olacak, genel müdür önemli bir konuda bir açıklama yapacak, saat 10:00 da büyük toplantı salonuna çağırdı herkesi.  Biraz önce, Pelin gelip haber verdi.
- Hadi, tam da geç kalacak günü buldum, desene.
- Neyse, sence nedir konu?
- Ne bileyim, canım.  Müneccim miyim ben?
- Bence kesin, genel müdür istifa ediyor, görürsün.
- Aman, Faruk bu kaçıncı söyleyişin , o kadar çok söyledin ki birinde gidecek adam , sen den “Bak gördün mü diyeceksin”, şimdiden söyleyeyim deme sakın!

../7.Bölüm

- Tamam kardeşim, tamam. Görürsün bak! Benim dediğim çıkacak, ben de sana bir şey demeyeceğim.
Toplantı salonunda, çoğu kişi ayakta ve üçerli beşerli gruplar halinde kümelenmiş bekleşiyorlardı.  Ellerini göğsünde kavuşturmuş, kaşlarını havaya kaldırarak birbirlerini selamlayan bir sürü şakın ve suskun personel.  Nihayet Genel Müdür, Ahmet Bey içeri geldi.  Ne hızlı, ne de yavaştı yürüyüşü.  Her zamankinden farklı değildi esasında.  Tavırlarından, personelin üzerindeki endişenin o an Ahmet Bey’e geçtiğini hissettim.  Odaya girdiği gibi değildi. Rahat görünmeye çalışıyordu ama gerginleşmişti.  Bu kadar insanın yüzüne bakarak söyleyecekleri onu endişelendirmeye başlamıştı.  Odasında hazırlandığı gibi bir konuşma olmayacaktı.  Beden dili bunu söylüyordu.  İlk kelimeleri çok uzak bir tünelde yankılanan teneke gürültüleri gibi kulağımdan dolaştı.  Sonra uğultuya dönüştü.  Ama bir cümle, beynimde patladı ve ezanın hoparlörü gibi deldi, geçti
- “Yurt dışından alınan kararla, şirketi kapatıyoruz.”
Doğru duymuştum, değil mi? Şirket kapanıyordu.  Şaşkınlık ve suskunluk endişeli bir telaşa yerini bırakmış, insanlar aralarında konuşmaya başlamıştı.  Ahmet Bey’de konuşmasını kesmiş, yeniden konuşabilecek şekilde dikkatlerin toplanmasını bekliyordu. Tam o sırada, ortalardan bir ses yükseldi.
- Ama biz kapatmıyoruz.  Evet, kapattırmıyoruz!
Diyen sesler birden çoğaldı.  Farklı kişilerden de destek haykırışları gelmeye başlamıştı.  Toplantı salonu bir miting havasına bürünmüş, alkışlayanlar, yaşa diye bağıranlar ve ıslık sesleri ile Ahmet Bey aniden miting alanında bir figürana dönüşmüştü.  Şakın ve ama memnun bir şekilde olan biteni seyrediyordu.  Yanına hızlı adımlarla Erdem Bey geldi.
-  Ahmet Bey, sizin iyi niyetiniz ile yurt dışından gelen bu talebi en uygun bir şekilde burada icra etmek istediğinizi biliyorum.  Bu safhada şirket çalışanlarına adil davranacağınızdan da şüphem yok.  Ancak, bu işletmenin müşterileri ile birlikte yarattığı ticaret hacmini başkalarına kaptıracak ve arkadaşlarımın emeklerini heba edecek değilim.  Gerekirse satın almak da dâhil her türlü seçenekle yurt dışının karşısındayız.  Bu konuda sizin bize yardımcı olacağınızı ümit ederim.
Bir anlık endişe ve duraksamadan sonra, bu kadar geniş ve kuvvetli bir çıkışı beklemeyen Ahmet  Bey ağzından yavaş yavaş da olsa, kendisinin işin içinde olmayacağı da anlaşılsa
-   Elbette, olacağım
Sözleri çıktı.

../.8.Bölüm

Ertesi gün şirkette devrimden çıkmış edalarıyla yürüyen ile dolmuştu sanki.  Siyah ve lacivert renkler ile boğucu olduğunu o an anladığım bir renk cümbüşüydü insanlar.  Kuzguncuk da roman adları gibi kafe işletenler gibiydi herkes.  Örgü kazak ve hırkalar.  Doğal taş küpe ve bilezikler,  saçlara takılmış nazar boncukları, ellerde kupalar ve içinde bitki çayları ile bir sanat galerisini andırıyordu sanki.   Masada ne yapacağımı bilmeden üzerindekileri karıştırırken Erdem Bey’in yardımcısı belirdi önümde birdenbire.  Benimle görüşmek istiyordu.  Şirketin Che Guevara’sı Erdem Bey.  Doğruca ve beraber ofisine gittik.  Nazikçe ve gülerek beni karşıladı ve yer gösterdi.  Ahmet Bey’i görememiştim ortalarda bugün.

- Ozan Bey, sizin çalışmalarınızın samimiyetini biliyorum
- Öyle mi? Bunu fark etmenize sevindim, doğrusu.
- Evet, bu şirket için iyi bir şeyler ürettiğiniz aşikar.
- Size, bu yeni dönemde güveniyoruz ve ihtiyacımız var.
- Üstelik, size yanımızda çalışma arkadaşından ziyade, ihtiyacımız var.  Yeni bir ortaklık yapısı üzerinde çalışıyoruz.  Kolektif ve güçlü bir organizasyon ile sermaye yapısını hedefledik.
- Bu anlamda en az 10 ortaklı ve eşit pay sahipliği hedefliyoruz.  Bu manada 50.000 TL ile yeni ortaklık yapısının içerisinde size %10 ortaklık teklif ediyoruz.  Yurt dışı ile görüşmeler başladı.  Tahminim o ki, bu şirket 500.000 TL ‘ye bizim olacak.

../ (devamı yarın)

../9.Bölüm
Doğrusu dinlerken gururla karışık bir şaşkınlık içerisindeydim.  Ne söyleyeceğimi bilmeden can kulağıyla Erdem Bey’i dinliyordum. Sözlerini bitirince bir an duraksadım.  Ben böyle bir şeyi istiyor muydum?  Parayı nasıl bulacaktım?
- Erdem Bey diye söze başladım.  Böyle düşündüğünüz için size içten teşekkür ederim.  Bu benim için de önemli bir fırsat. Size bir cevap vermek için ne kadar zamanım var?
- Vallahi, bu ay sonuna kadar yurt dışıyla sözleşme masasına oturmak istiyoruz.
- Anladım.  Tekrar teşekkür ederim, size Cuma’ya kadar cevap vereceğim.
Bu kadar hevesli olacağımı ben de düşünmemiştim.  Kendi tercihlerim yerine karşıma çıkan bu fırsata bu kadar sarılacağım aklıma gelmemişti.  Bir yandan da bunun olumsuz bir durum olup olmayacağı konusunda git gel yaşamaya başladım.  Neden bu kadar hevesliydim. Sonuçta işimi severek yapıyordum.  Ancak, onun sahibi olmak gibi bir arzum hiçbir zaman olmamıştı.  Hatta iyi maaşlı bir çalışanın, iş sahibi sorumluluğu olmadan patrondan daha havalı olduğunu bile düşünüyordum.  Hala da öyle düşünüyorum.  Bu işin ortaya çıkışıyla oluşan kahramansı havaya kendimi kaptırdım, galiba.  Her şey birden bire oldu.  Erdem Bey’in ortaya atılması, şirketin kapatılmasına karşı tüm çalışanların birleşmesi, sanki bir gecekondu devrimi gibiydi.  Bu destansı kapitalist küçük oyun bahçesinde ben de ufak bir rol alacaktım.  Evet, evet almalıydım, mutlaka.  Belki benim seçimim değildi ama benim fırsatım olabilirdi.  Artık, kararlıydım.  O parayı bulacak, sevdiğim işin patronu olacaktım.  Ama, nasıl?  Parayı nasıl ve nereden bulacaktım?  İlk aklıma geleni yaptım ve annemi arayıp, yarın Bursa’ya geleceğimi söyledim.  Elbette konudan bahsetmedim.  Annemin etli pilavının hayali ile yola koyuldum.
../(devamı yarın )

(10.bölüm)

O her zamanki koku, apartmanın kapısını açınca ciğerlerime doldu.  Onu tarif etmek gerekirse; ne kötü yemek kokusu, ne de asansörden bu tarafa savrulan pahalı bir parfüm kokusuydu bu.  Rutubet ama sıcaklık, karanlık ama ışıklı bir ev halinin kokusuydu işte. Bilirdiniz.  Tüm kendi halinde apartman sakinlerinin kendi kapılarını aça kapaya apartmana doluşan o orta hallilik kokusu işte. Kapıyı annem açtı, annenin kapı açmasını ayda bir de olsa yaşama hissini içinize mıhlayan bir açış. Yapayalnız, evlere girip çıkarken unuttuğun, yalnızlığın gururuyla harmanladığın bir unutulmuşluktu bu.  Çantamı kapının dibine bırakıp, kardeşime merhaba demeden ellerimi yıkamaya gittim. Döndüğümde kardeşim ve eniştem salondaydılar. Ama bir farklılık vardı, kardeşim Engin kalkarken belini tutarak kalkmış, karın şişliğini hafice belli etmişti.  Hamile miydi? Yoksa.

- Engin, yoksa..?
- Evet, ağabey, dayı oluyorsun, 4 aylık hamileyim,

Hemen, onun yanına koşup dikkatlice kucakladım. Kokusu bile değişmişti. Hamile kokusu var mıydı? Bilmem ama öyle kokuyordu sanki.
Daha sonra eniştem Murat’ın yanına gidip onu da kucaklayıp, tebrik ettim. Demek dayı oluyordum ha?

Yeğenimin haberi ile birlikte geliş nedenimi de benliğimin derinliklerine gömdüm. Bu durumda annemden para istemenin kardeşime haksızlık olacağını düşündüm. Kafamın içinde bu yarı hayal kırıklığı ile sevinçli aile görüntüsü içindeki rolümü güzel oynadım.

 (10.bölüm sonu)
../(11.Bölüm)

Bursa’dan eve döndüm annemden bir şey istememiştim. Konuyu bile açmadım. İşe ortak olmak için başka bir yol bulmayalım diye içimden geçiriyorum sürekli. Erdem beylere cevap için Cuma’ya kadar birkaç günüm var. Bu düşünceler içinde duraksarken kapı çalındı.
Kapı çaldığında içimden keşke o olsa diye geçirmiştim. Neden içimden geçirdiğimi hatırlamıyorum Nevin Hanım kapıdaydı. Elinde bu sefer tiramisudan farklı bir tatlı vardı. Aynı anda hem tabağa hem de onun yüzüne bakma koordinasyon gerektiriyordu. Tam beceremedim. Ona kabalık da yapmak istemedim. Kaldım. O sırada lafa girdi;

- Ozan Bey, en son hastane olayından sonra size ne kadar teşekkür etsem azdır. Gerçekten çok yardımcı ve destek oldunuz.
- Estağfurullah, Nevin Hanım.
- Ne olur bunu onun karşılığı gibi görmeyin ama elmalı kek yapmıştım. Düşündüm ki, geçen yaptığım tiramisuyu da sevmiştiniz.
- Ne zahmet ettiniz. Kim olsa aynını yapardı. Buyurmaz mısın? İçeriye.

Yüzünde bir şey talep edecek gibi bir düşünceli ifadeyle içeri girdi, Nevin.

- Ozan Bey, siz iyi ve dürüst birisiniz. Burada yalnız oturduğunuzu da biliyorum. Birazdan size teklif edeceğim meseleyi lütfen bu minvalde düşünün. Amacım size herhangi bir şey empoze etmek değil, yanlış anlamayın.

Ağzımdan ses çıkmadan bütün dikkatimi Nevin’e vermiştim. Sanki ağzından dünyanın sonu ile ilgili bir kehanet çıkacakmışçasına dikkat kesilmiştim.

- Sizden çok değer verdiğim birine yardım etmenizi isteyeceğim. Üstelik, belirli zamanlarda sadece. Onun adı: Adı, Erdem, çocukluk arkadaşım Elif’in bana yadigârı. Yatılı okulda okuyor. Benden başka kimsesi yok. Tatillerde yanıma geliyor. Belki fark etmişsinizdir.
- Evet, fark ettim. Aslında ama tam anlayamadım. Nevin hanım.
- Müsaade edin, anlatayım. Elif ile kocası trafik kazasında hayatlarını kaybettiler. Erdem o zamanlar 4 yaşındaydı. Elif daima bana yerli, yersiz söylerdi. Bana bir şey olursa Erdem sana emanet diye. Vasiyetlerini o şekilde düzenleyip, noterden tasdik ettirmişler.  O elim kazadan sonra, Erdem’in bakımını ben üstlendim. Şimdi 14 yaşında. Çok güzel yetişiyor. Çok şey paylaşıyoruz. Ama bir babanın yerini dolduramıyor. Belki de hiç dolmayacak babasının yeri. Yanlış da ifade ettim kendimi. Babasının yerini dolduracak birini aramıyorum, ben. Kesinlikle. Onunla iletişim kurabilecek sizin gibi aydın ve çağdaş bir yetişkinle zaman geçirmesini istiyorum. Buna ihtiyacı var, benim de.
- Nevin Hanım. Çok şaşırdım. Bütün sevecenliğinizin cesaretiyle bu ani oldu.
Dünyanın sonu ile ilgili bir kehanet değildi belki ama. Son kelimesinden sonra gözümün önünden çocuğun silueti, bir futbol topu, erkek çocukların ergen halleri gibi binlerce kare, video film akıp geçti. Yutkundum, duraksadım. Dikkatimi Nevine’e yoğunlaştırıp.
- Nevin hanım, bu benim kesinlikle yapabileceğim bir şey değil. Böyle bir sorumluluk altına girmek istemem.
- Ama, ama Ozan Bey, bu kadar kati konuşmayın ne olur, bakın size…
- Nevin hanım rica ederim ısrarcı olmayın, bu hassas bir konu. Sıradan bir rica değil. Lütfen, rica ediyorum.

Birkaç kelime ağzından dökülmeden gözleri önünde kapıya doğru yöneldi. Kalkıp uğurlamaya yeltenemeden kapı kapanmıştı.

 (11.bölüm sonu)
..12.bölüm

Kafam karmakarışık, bu kadar uzun zamandır kendimi bu denli net ifade etmemiştim. Bu duygunun böbürlenmesiyle, iyi bir insanı reddetmenin vicdan azabı terekesinde dolaşıyorum. Ne olurdu sanki? bir yetimi sevindirirdim. Yalnız apartman komşuluğu yerine Nevin ile bir çocuk paylaşmış olurdum. Bu duygular ile uyuya kalmışım. Sarı kanepede. Hiç yatağıma gitmedim.
Ertesi sabah midem ağrıyor. Ne zaman bir karar arifesinde olsam böyle olur. Yüzümü yıkayıp yavaş hareketlerle başımı aynada tavana doğru kaldırdım. Bir taraftan avuçlarım alnımdan aşağıya doğru kayan parmaklarımı yakalayacakken, diğer taraftan göz kapaklarımı usulca açıp kendime bakıyorum. Yapacağım.

Nevin’in kapısında önünde zili kararlılıkla çalarken, kapı açılıyor. Beni görünce aralık kapıda gözleri başka tarafa bakan Nevin’in umarsızlık ile hayal kırıklığı arasında bakışlarına dikkat etmeden söze giriyorum.

- Teklifinizi yeniden düşündüm Nevin Hanım. Kabul ediyorum.

Kısa bir es ve gözler olanca büyüklüğüyle açılarak, boynuma sarılan bir çift kol göğsümde Nevin’in başı, saçları kulaklarımı gıdıklıyor. Usulca geri çekilip kibar bir gülümseme ile ayrılıyorum.
Sırtım daha dik sanki yürüyüşüm değişti mi, ne? Kibar gülümseme daha da edepli halde yüzümdeki yerini sabitliyor. Asansörde beni gördüğüne sevinen insanların arasındayım. İyilik yapmanın ağırlığı ile dolaşıyorum. Harika hissediyorum.

Bir sonraki hafta Erdem ile tanışacağım ama bu Cuma bizim ofisteki Erdem Beyler ile toplantım var. Şirket ortaklığı konusundaki tekliflerine cevap vereceğim. Ortaklık için gerekli parayı annemden isteyemedim. Hevesim kırıldı ama isteğim devam ediyor.
En iyisi biraz daha zaman kazanmak. Hemen Erdem Bey’in ofisinde alıyorum soluğu. İzah ediyorum durumu, makul karşılıyor. Zaten yurt dışından da beklediği evrak ve imzalar varmış. Denk geldi. Ohh çektim. Bir yerlerden para bulmam lazım.

(12.bölüm sonu)

./13.Bölüm

Erdem ile tanışma vakti geldi. Nevin ilk tanışma için kendi evinin uygun olacağını düşünerek bana kurguyu anlattı. Cumartesi kahvaltıdan sonra çaya beni çağıracak ve tanışacağız. Prova da yapmadık. Ya işte senin baban gibi olacak adam falan diye laflar ederse diye endişeleniyorum. Hak etmediğim hiçbir şeye sahip olmak bende inanılmaz bir tepki yaratıyor, kelime dahi olsa istemiyorum.
Ne kadar koyu bir saç rengi diye içimden geçiriyorum, Erdem’i masanın başında siyah saçlarıyla,kafasını kaldırmadan deftere bir şeyler yazarken. Nevin sesleniyor, yüzünde mutlu bir tebessüm kollarını göğsünde kavuşturmuş.

- İşte sana sözünü ettiğim ve mutlaka tanışmalısın dediğim, Ozan abi,
- Hıı hıı,

Diye kafasını kaldırmadan Erdem’den gelen bir geniz sesi. Nevin’in ama ayıp değil mi falan demesine fırsat vermeden dizlerimi kırarak masanın başına çömeliyorum.

- Hangi dersin ödevi bu Erdem?
- Ödev değil, alıştırma bu,
- Anladım alıştırma. Benim zamanımda sadece ödev yapardık evde o yüzden öyle söyledim. Kusura bakma. Şimdi söyle bakalım, neyin alıştırması?
- Hayat bilgisi
- Şehirler mi?
- Hayır. Temel besinler.
- Bana da anlatır mısın?

İlk önce gönülsüz başlayan sohbet, büyüğe ders verme gücüyle ivme kazanıp, buzları eritiyor. O sırada kendi de biraz olsa rahatlayan Nevin çay koymak için izin isteyerek mutfağa gidiyor. Erdem ile Baş başayız. Kâh bana bakarak, kâh gözleri masanın üzerinde anlattığı ve birkaç soruma cevap da verdiği aktarım aramızdaki köprüyü kuruyor.

Nevin’in çayları getirmesiyle koltuklara geçiyoruz. Erdem masada bir bardak süt ile kekinin eşliğinde çalışmaya devam ediyor. Birkaç anda Erdem’in bana delici dikkatle bakan bakışlarını yakalıyorum.

Nevin’in ise çayını ağzına götürürken, göz kırparak nasıl gitti babından mimiklerine ben de hafif başımı sağa doğru eğerek ve sol gözümü kırparak cevap veriyorum. İyidir. O da hoş bir tebessüm ile kekini ağzına götürüyor. İkimiz de moderato tempoda keklerimizi çiğniyoruz. Göz ucumuz da Erdem’in sedasız üzerinde.

(13.bölüm sonu)

14.Bölüm

Erdem ile ilk tanışma kazasız belasız geçmişti. Çok uzun tutmamış, Nevin ile bir sonraki buluşmayı daha kapsamlı yaparız diye kararlaştırarak vedalaşmıştık.

Bu sırada Bursa’dan iyi haberler gelmiyordu. Kardeşim Engin sık sık acile götürülmek zorunda kalıyorlar, annem ile Murat diken üstünde oturuyorlardı. Engin’in gebeliğinde yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Tansiyon değerleri yüksek çıkıyor, idrarında normalin üstünde protein tespit edilmişti. Sonunda kentin en ünlü jinekoloğu teşhisini koydu. Preeklampsi idi hastalığının adı. Kontrol altında tutulmazsa sara nöbetleri gibi bir duruma yol açacak ve hem anneyi hem de bebeği çok kötü etkileyebilecek bir hastalık. Haftanın 5 günü düzenli doktor kontrolünde hastanede kalmalıydı. İlk başlarda bize daha dehşetli bir görüntü sergileyen bu haber özel bir hastanenin bakımı ve annem ile Murat’ın nöbet değişerek yardımlaşmasıyla biraz olsun görüntüsünü değiştirmişti. Ancak, hem gebeliğin daha yarılanmamış olması hem de hastanenin katkı payının hatırı sayılır bir miktar olması oyunu bozuyordu.

1,5 ay sonra annem telefonla beni aradı ve kenarda köşedeki parasının da tükendiğini, Murat’ın şirketine 24 ay borçlandığını ve Engin’in tedavisinin bu hassasiyette devam etmesi için paraya ihtiyaçları olduğunu söyleyip benden para istedi. Dudaklarım mühürlenmiş gibi telefonda bir şey söyleyemedim.

Hafta sonu Erdem ile birlikte Nevin’in organize ettiği sinema programı var. Ondan önceki Cuma, ofisteki Erdem Beylere cevap vermem için aldığım uzatmalı tarihin son günü. Engin’in tedavi sürecindeki masraflar için de para bulmam lazım. Şimdiye kadar almadığım kadar çok sorumlulukla yüklendim. İnanılmaz bunalıyorum. Bir yere ışınlansam. Kimseyi tanımadığım ve benden bir talepleri olmayacakların kentine.

Cuma sabahı ofisin asansöründeyim. Elim alnımda dolaşıyor. Bir yol arar gibi. Bir yol yok. Sadece dolaşıyor daha henüz kırışık olmayan alnımda. Karar almak adamı rahatlatır ya. Ben talep ediyorum Erdem Bey’den görüşmeyi, ofise girer girmez. Gidecek ve kusura bakmayın arkadaş, ben yokum olamıyorum diyeceğim. En azından bir konuyu kafamdan atmak istiyorum.
Erdem Bey hoş geldiğimi hissettirecek şekilde beni karşıladı. Buyur etti.

- Ozan Bey, havaleniz elimize ulaştı. Çok teşekkür ederim. Acele etmenize gerek yoktu. Ama çok da yerini buldu doğrusu. Yurt dışı, lisans anlaşmasını imzalamak için ön ödeme bekliyordu. Hemen transfer ettik. Lisans sözleşmesini imzaladık. Teşekkür ederim.
- Anlamadım, Erdem Bey, ben… nasıl? Havale?
- Vallahi, bu sabah Pelin bana bir posta havale kâğıdı iletti, gönderende sizin adınız ve alıcının şirket olduğu. 25.000.- TL. Görüşme öncesi havale etmeniz çok ince bir hareket, gerçekten.
- Erdem Bey, kusura bakmayın. Biraz şaşkınım. Kafam dağınık bu aralar. Birden fazla işle uğraşıyorum. Bu konu da zihnimi çok meşgul etmişti. Banka, kredi derken ben de unuttum. Havale kâğıdını görebilir miyim?
- Tabi, buyurun işte burada. Bir sorun yok değil mi? Yanlışlık falan?
- Evet, evet, yani hayır şimdi hatırladım. Vakit kaybetmemek için bir arkadaşımdan rica etmiştim, o sırada bankada kalan kısmının kredi işlemleri uzamıştı da. Yok, yok her şey yolunda. Hatta işe yaradığına daha da çok memnun oldum.
- Sevindim. Kalan kısmı için endişelenmeyin, ben %10 luk hisse işlemlerini 50.000 TL üzerinden yaptırıyorum. Yalnız sizden 25.000 TL lik şirket adına senet imzalamanızı isteyeceğim. Bakiyeyi tamamlayınca senedi imha ederiz.

Tek kelime söylemeden önüme koyduğu senedi imzaladım, yavaş hareketlerle kalem senedin üzerinde gidip geliyordu, Durdum. Kalemi kaldırdım. El sıkışarak Erdem Bey’in odasından çıktım.
Ne olmuştu, Allah aşkına, benim adıma kim bu havaleyi yapmıştı. Eve dönerken ofis asansöründe yine elim alnımda dolaşıyordu. Bu sefer kimin yaptığını düşünüyordum?

(14.Bölüm sonu)
15.Bölüm

Nevin’di elbette. Başka kim olabilirdi ki. Hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm. Kapısını çaldım. Kapıyı açtığında, elleri ıslak ve su damlıyordu. Telaşlı halim onun da yüzünü buruşturdu.

- Nevin hanım benim adıma şirketime para göndermişsiniz. Bunu neden yaptınız? Bana bir borcunuz yok.
- Ozan bey, bir dakika lütfen.  Ne diyorsunuz siz? Böyle bir şey yapmadım. Hem yapsam önce size danışmaz? Ya da haber vermez miyim?
- Paraya mı ihtiyacınız var? Benimle konuşabilirdiniz.
- Hayır, hayır. Konu öyle değil. Yani siz para falan? Havale? benim adıma şirkete göndermediniz mi?
- Yani… yaptığınızı karşılıksız bırakmam istemem ama evet göndermedim.
- Nasıl olur? Peki, kimden geldi bu para o halde?
- Özür dilerim. Yine de eminsiniz değil mi? En iyisi postaneye gidip öğrenmek. Tamam, Nevin Hanım ben şimdi postaneye gidiyorum. Her şey orada belli olur. Hoşça kalın.

Ozan’ın arkasından bakakalan Nevin kafasını sallayarak kapıyı usulca arkasından kapattı. Ne oldu bu çocuğa diye içinden geçirdi. Onu, kendi dertleri ile çok fazla meşgul edip onun dertlerini dinlemediğini düşündü bir an için.

Ozan postanede aldı soluğu. Neyse ki banko boştu. Elindeki havale kağıdını göstererek.

- Affedersiniz, bu havale dekontuna göre benim adıma para gönderilmiş. Gönderen kısmında benim adım ve TCK numaram yazıyor ama ben göndermedim. Kimin benim adıma gönderdiğini nasıl öğrenebilirim?
- Referans no.sunu söyler misin? Tarih?
- Beyefendi, gönderenin başkası adına gönderi yaptığı durumlarda kendi sistemiz içine not düşüyoruz ancak dekont basıldığında görünmez. Sistemde gönderen: Övün Kasabalı, tck no.xxxxxxyy
- Övün Kasabalı mı?
- Evet, doğrudur.

Bu Ozan’ın babasıydı. Yıllardır görmediği babası. Bir an bankonun önünde duraksadı ve teşekkür edip arkasını, döndü başı önde postaneden çıktı.

Babası şirketin Türkiye’den çekilme kararını ve yöneticilerin satın alma opsiyonunu haberlerden takip etmişti. Ozan’ın haberi olmadan ki, olsa da izin vermezdi zaten. Pelin’i arayıp durumun detayları öğrenmiş, havaleyi yapacağını bildirmiş ve dekontu da o yollamıştı. Bütün bunları Ozan, ofise dönüp Pelin’le karşılaşınca anlayabilmişti.

15.Bölüm sonu


16.Bölüm

Ofise döndüğünde Pelin olup biteni teyit etmişti. Yüzünde tatlı bir tebessüm ve babasının yaptığını onaylanan tavrıyla hikâyeyi kısa yoldan anlatmıştı, Ozan’a. Kayıp baba sahaya geri dönmüştü. Hayatında yeni bir değişken istemezken bir de bu çıktı diye düşündü Ozan.
Annesi telefondaydı.

- Oğlum şeye… gerek kalmadı, baban bugün 25.000 TL havale yapmış. Engin’in masraflarını karşılıyor.
- Anneciğim, çok sevindim ama sen de şaşırmadın mı? Bana da para göndermiş hatta doğrudan şirkete. Şirkete ortak olmak istiyordum, o maksatla göndermiş .
- Aaaa, ne diyorsun, sen?
- Evet, aynen. Bana da bir o kadar, inan!.
- Nereden çıktı? Anne, babam şimdi? Hem de bu kadar para ile?
- Sorma, ben de bilmiyorum. Aramadım. Belki Engin ya da Murat arar, teşekkür etmek için.
- Sen aradın mı?
- Hayır anne daha sesini duymaya hazır değilim.

Babamı hiç arayacak durumda değilim. Borçlu da hissetmiyorum zaten. Nevin bile daha çok hayatımda. Babam kim ki? Bir taraftan da korkuyorum. Birdenbire ortaya çıkan hayaletin ete kemiğe bürünüp yeniden ruhlar âlemine dönüşünü seyretmek istemiyorum.

Erdem ile hafta sonu sinema programı planladığımız gibi gerçekleşti. Nevin’in gergin ama saadet duygusunu etrafa yayan hali ile benim zihin yorgunluğundan kaçış karakterim iyi uyuştu. Erdem, filmden sonra gittiğimiz restoranda iyice açıldı. Çenesi düştü. Sınıftaki arkadaşlarının haylazlıklarıyla, yeni gelen beden eğitimi öğretmenin ukalalıkları, en yakın arkadaşının yeni cep telefonuyla yaptıkları ses kayıtları hepsi birbirini kovaladı. Piyesten sahne anlatıyor gibi biriktirdiklerini sıralıyordu. Soru sormaya fırsatımız bile olmadı. Nevin ile pişecek durumdaki kelle misali yüzlerimiz ise arada bir karşılıklı göz kırparak durumuzu onaylıyordu.

17. Bölüm

Ofisteki günlük telaş yeniden yolunu bulmaya başladı. İşler kendini belli ediyordu. Bu dalgalara uyum sağlamaya çalışan herkes de müşterilerin verdiği tork ile tam gaz direksiyonlarının başındaydı. Babam zihnimin köşesinde ufalmış, daha önce kendine ait ola geldiği hücre sayısına doğru buruşuyordu.

Cep telefonumda Murat’ın aradığını gördüm. Hiç konsantrasyon bozacak modumda değildim. Adetim olmadığı üzere “no” ya bastım. Meşgul sinyali Murat’ın kulaklarında hangi bombayı patlattı bilemiyorum ama pimi çekivermiştim işte.
Öğlen arasında Murat’ı aradım.

- Murat, merhaba, kusura bakma toplantıdaydım.
- Anladım.
- Ne var ne yok? Engin nasıl?
- Abi Engin’i doğumhaneye aldılar. Erken doğum riski var. Bayağı bir telaşlı ortalık. Anneme daha haber vermedim. Ama babam burada.

“no” ya bastığım için pişmanlığımı bu kadar başka bir durum hissettiremezdi bana. Babamın neden orada olduğunu sorgulamayacak kadar da kalp çarpıntısıyla doluydu içim.
Hemen Bursa’ya doğru yola çıktım. Engin prematüre doğum yapmış bebek yoğun bakım ünitesine alınmıştı. Ailecek yeniden bir araya geldiğimiz bu an başta Engin için hatırlandıkça acı verecek bir anı olarak kalmaya mahkûmdu artık.

8.Bölüm

Engin’in etrafındaki nöbet değişimine babam da katılmış, oradaki zincire suni bir halka olmaktansa gurbetteki çalışkan ama uzak yerimi almıştım. Bebek birkaç haftadır sıkıca tutunabilmişti, hayata. Her geçen gün umutları büyütüyor, bebek direndikçe, onu merkez alan büyük taşra kent hayatı geçmişi unutturacak şekilde yeşeriyordu. Günlük sorumluluklar bittikten sonra herkes kendi kovuğuna çekiliyor, hastane her yeni günde umut başkenti olmaya devam ediyordu.

Erdem ile birkaç hafta sonu Bursa ziyaretleri nedeniyle aksattığımız buluşmalar hızlanmış, muhabbetin de yoğunluğu artmıştı. Babam ile Bursa’daki kaçak göçek sohbetler sanki Erdem ile birlikte olduğumuz da paylaştıklarımızın tohumları gibiydi. Hazır olmadan karşıma çıkan bu adam ezberimi zor kullanmadan bozuyordu. Babalık oyununu kötü bir oyuncu olan babamdan nasıl aldığımı anlamadığım suflelerle oynuyordum.

Artık bebeğe bir isim aranıyordu. Yoğun bakımdan ertesi gün çıkarılacaktı. Murat nezaketen beni de aradı. Deniz ismini düşünüyorlardı. Çok güzel bir isim, ismi gibi olsun diyebildim. Deniz ertesi gün 2.5 kg ile eve taburcu edildi. Bursa’da sular durulmuş gelecek de şimdiki gibi olacak sükûnetine gark olunmak üzereydi.

Annem ile babam ise rol gereği bir araya gelmiş kırk yıllık kurt tiyatrocular gibilerdi. Sahne bittikten sonra başka kılıklarda kulisten ayrılıyorlardı. Birbirlerine kur yapmıyorlar, soğuk davranmıyorlar anın gerektirdiği doğallığı sergiliyorlardı. İyi bir eşlik yapmasalar da içgüdüsel ebeveyn rolünü kapmışlardı. Babama ne olduğunu, bunca zamandır nerede olduğunu hiç sormadık. Soracak bir zemin ve zaman da yoktu zaten.

Ama, Murat sormuştu çoktan. Sonradan olan akrabalık, kendi çocuklarından daha yakın çıkıvermişti belli ki. Murat’ın anlattığı kadar ki bazı bölümlerini sakladığından emindim. İsviçre’ye gitmişti babam. Orada evlenmiş ve iş kurmuş. Eşi 1 sene önce ölmüş ve çocuksuz birliktelikleri Luzern’de bir daire ve bir miktar para bırakmıştı, babama. Adını dahi bilmediğimiz İsviçre’li üvey anne Deniz’in hayatta kalmasına vesile olmuş, benim de iş sahibi olmama yardım etmişti. Babam da ait olmadığı hayata perde çekip İsviçre devletinin emekli aylığıyla Gemlik’teki baba evini açarak yurda geri dönmüştü. Bu hikâye aramızdaki soğukluğu ılıman iklimine döndürdü mü? Bilemem ama anlattığıma göre birkaç ayaz yerde sıcak rüzgârlar estirdi.

19. ve Son Bölüm

Nevin yine bayılmış. Bu sefer komşular onu baygın halde bulmuş ve en yakın hastaneye yetiştirmişlerdi. Ben vardığımda daha teşekküllü bir acil servise ulaşmak için Nevin’i ambulansa bindiriyorlardı. Hala baygın ve yüzü solgundu. Onu son kez gördüğümü o an anlamıştım. Birkaç saatlik çaba da onu hayatta tutamamıştı. Hayatıma girip çıkarken bana başka bir hayatı emanet edin bu kadını, ben de yeteri kadar yaşayamadan ölüm benden almıştı.

Nevin’in ölümü her ölüm gibi ani ve erkendi. Birkaç haftalık Deniz bile bunca yıllık Nevin’den daha güçlü çıkmıştı. Ama hayat böyle bir şeydi işte. Hayat memat meselesi derlerdi ya! Memat’ın ölüm demek olduğunu çok sonra öğrendiğim gibi bundan sonra da hayat ve mematın hep yanı başımızda olacağını da anlamış oldum.

Nevin’in cenazesini halasının oğlu teslim aldı, usulen. En yakın akrabası o kalmıştı hayatta. Bana da noter tasdikli bir vasiyetname verdi. Romandaki rolü oynayan bir karakter gibi, sonra da çekti gitti.  Nevin, Erdem’in velayetini benim almamı vasiyet etmiş. Cenazeyi Aşiyan mezarlığında babasının üzerine defnettik. Erdem çocukluğun şaşkınlığında, ben erişkinliğin ağırlığında kalabalığın ortasındaki tabutu dolu götürüp, boş getirerek denize doğru akıp gidiyorduk. Ama ayaklarımız ağırdı. Boğazın olanca güzelliği mezar taşlarının arasında kaybolmuştu adeta. Erdem ile son haftalardaki paylaştığımız kısacık vakitler, bizi ömür boyu bir arada tutacak halatın düğümleri gibi bağlamıştı.

Hayat akıp, geçiyordu. Ayaklarımın üzerinde durmaya çalışırken hiç de özendiğim gibi olmamıştı. Ama, bir hayatım vardı, işte. Yıkılmadan durduğum, sonunu bilemesem de yolunu bildiğim bir hayatım.
Şimdi, Erdem üniversiteyi Bursa’da okuyor. Hafta sonları anneme gidiyor. Yazları da babamla Gemlik’te kalıyor. Deniz 5 yaşında oldu. Erdem’le araları çok iyi. Şirketteki hissemi  Erdem Bey’lere sattım. Artık bir sigorta acentem var. Pelin’le evleneni 3 yıl oldu. Kızımız Nevin de geçen sene doğdu.
Gökyüzü yine mavi, bulutlar yine beyaz, her hikâyenin de sonu böyle bitsin, böyle yaz!

===  S   O  N ===.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder