"Cennet Bahçesi" 20 Bölüm birden - tamamı



Cennet Bahçesi 1-5

Belediye otobüsüne binmeden ölen çok kişi var mıdır acaba? Mesela köydeki adam zaten nasıl binecek kuzum. Evden tarlaya , tarladan kahveye. Belki de haftada bir kasabanın minibüsüyle onun yolculuğu. İşte o kadar. Eee şimdi ben o adama belediye otobüsleri kışın daha sıcak ve bunaltıcı desem adam inanmaz ki. Dalga geçiyorum zanneder. Filhakika öyle. Ya da bizim hattın bu saattekileri kesin öyle. Ankara'nın ayazı başka mevsim gibi sanki! Ona göre ayrı hazırlık gerekiyor.  Nereni kapatırsan girecek başka bir yol buluyor vücuduna.  Ertesi sabah tedbir alıyorsun ama nafile! Bu sefer kapatmadığın bir iğne deliğinden giriyor koynuna ayvaz ayaz.  Sarıp sarmaladığın , zaten topaç vücudunla karşılıyorsun onu ve belediye otobüsünü. En tatlı uykuların uyunduğu esnada ki otobüs yolculuğu burada başlıyor işte.  



Durakta ayaz kardeşliği ettikten sonra otobüs gelince kardeşlik falan kalmıyor. Yükleniyorsun bir tarafında hep bir yolcunun yapışık olduğu ön kapıya. İlk basamakta çarpıyor otobüsün havası yüzüne. Bir bahar esintisi gibi geliyor. Önce yanaklarına sonra kulaklarına doğru yükseliyor hava.  Ağız,nefes ve tebahhur eden envai çeşit insani kokudan oluşan bir geniş odadasın artık! Ayakların yere parmak ucuyla değerken kalabalık akıntısıyla kendini nerede buluyorsan oraya tutunuyorsun. Belki bir trabzana belki kapı camının önündeki demire çapanı atıyorsun.  Her nefesle zaten açık olan otobüsün kalorifer sistemi ile üstündekiler fazla geliyor ama ne mümkün?  Bırak çıkarmayı kolunu bacağını oynatamıyorsun. Tam o anda otobüsün derecesini yazan ekran ilişiyor gözüne. 33° . Bir dakika içinde -5° den 33°'ye giden yolculuk burada başlıyor.



( bölüm 1 sonu)



Cennet Bahçesi--Bölüm 2



İşte bütün bunları bilmeyen biri nasıl inanır otobüslerin kışın daha bunaltıcı olduğuna ? Her durakta kendini otobüsün yerlisi sanan önceki binmişlerle iltica başvurusu kabul edilmiş gibi heyecanlı ve umutla basamaklara adımlayan yeni yolcular hercümerç oluyor. Avrupa'nın bilmem hangi kentinin üretim bantlarından çıkan yolcu sayısını gösterir levhalar ilişiyor bu sefer gözüme. 0turan sayısı şu kadar ayakta kişi bu kadar gibi. Tatlı bir tebessüm ile ağarmaya başlayan kış gününün ortalama ağırlığı taşıyor otobüsü yeni duraklara. Gitgide yaklaşıyoruz maksuda , maksadımızı aşmayarak . Tekrar 40 derecelik bir siklon perdesini yırtıp geçeceğiz kaderimizin ötesine.  Çok da değil hani biraz ötesine.  



Benimle aynı saatte bilen bir kız var onun oturduğu yeri en güzel gören ortadaki boşluğun kapıya en yakın olan tarafı. Denk gelirse akşam yorgunluğunu unutacağım. Bugün acaba hangi paltosunu giymiştir? Yok hava soğuk, kapşonlu anorağanı giymiş olmalı. Şu kapşonu kürklü olan.  Bakalım bu sefer çantasından kitap çıkarıp, okuyacak mı ? Geçen gün "Şeker Portakalını" okuyordu. Kitap kapağının üzerindeki parmakları uzun süre öyle hareketsiz kalıyor ya ! Onu seyrederim.



Otobüse bindim. Kafam sağa sola çevrilen anten gibi onu arıyor ama yok galiba bu akşam! Başım önde nerede dursam farketmez artık. Cepteki telefonu kulaklıkla birleştirip rock fm dinlerim herhalde.





Düşünüyorum da hayatımın kaçta kaçı bu belediye otobüsünde geçiyor ?Buradaki herkes de benim gibi midir ? Şu ön sırada oturan teyze ile yanındaki mesela? İlk defa görüyorum. Gezmeye gittiler,dönüyorlar. Geç kalmışlar. Evde yemek varmış demek ki. Belki de evde bekleyenleri yoktur ne malum? İki eli eski moda çantasını üzerinde düğüm olmuş. Hiçbir şey olmamış gibi etrafa bakan her şeyi görmüş teyze. Şeker portakalındaki parmaklara bakacağım derken mavi mor damarlara bakarken buluyorum kendimi .  Ne ala ? inene kadar rock dinlemeye devam.



Yarın babamı görmeye gideceğim erken kalkarım herhalde .



( Bölüm 2 sonu)



Cennet Bahçesi--Bölüm 3



Babam, annem öldükten sonra yalnız yaşıyor eryamanda bir sitede ne yaptım sa başka yere taşıyamadım ikna olmuyor.



Bana getirsem yemeği yedikten sonra başlıyor artık geç oldu. Ben evime gideyim diye. Onun için ben daha sık gidiyorum. Asansörün kapısını açtıktan sonra, sağdaki ilk kapı onunkisi. Ben de anahtar var ama şaşırmasın diye ilk önce telefonla arıyorum sonrada zile basıyorum. Yine kapı önünde sefer tasları duruyor. Dünden anlaşılan lokantanın çocuğu gelmemiş herhalde.

-Baba… ben geldim

-Sen misin? Sayın

-Evet, baba

-Dur geldim, oğlum. Banyodaki havlu askılığı düşmüş de onu yeniden yapıştırdım.

-Ha, dur ben de bir bakayım. Belki,duvara vidalamak daha iyi.



Her gördüğümde daha yaşlanmış görüyorum,onu. Bu sefer en son görüşüm diyerek iyice ezberlemeye çalışıyorum babamı. Sağ elindeki benlerin yerini ezberledim. Onları kesin unutmayacağım. Her ayrılışta yüreğim pır pır ediyor. Her gördüğümde hüzünleniyorum. Çocuk gözüyle gözümde büyüyen bu adamın, kirli sakallı, sırtı kambur, yün yelekli hallerini kendi kadrajıma bir türlü oturtamıyorum. Oysa ki ben de bir gün o halde olacağım.



Bu duygular içerisinde evi biraz derleyip, topluyorum. Kalan bulaşıklarını da yıkıyorum. Ütü için verdiği çamaşırları da kuru temizlemeden aldım. Sanki tamam işim. Banyo için hala benim yardımımı istemiyor. Yine de teklif ediyorum. Hayır diyor. Bugün hava biraz soğuk yarın yapacağım, cevabını alıyorum.



-eh, artık ben gideyim, baba. Bana diyeceğin bir şey var mı?

-yok oğlum. Sağ ol. İşlerin rast gitsin.

-Sağ ol, baba. Allah'a ısmarladık.



Asansör kapısı kapanırken yine o bildik duygular çıkıyor asansörün içinden. Hayat eskisi gibi kaldığı yerden devam ediyor.



3. Bölüm sonu



(4. Bölüm başı)



Sabahları benden sonraki ikinci durak da binen janti giyinirdi giyimli biri var. Orta yaşı geçmiş bir erkek. Kravatsız hiç görmedim. Yazın bile kısa kollu gömlekle göremezsin. Her ne hikmetse. Devlet memuru desem? Servisi olmayan devlet memuru yok ki. Belediye otobüsleri seçilmişleri seçenler için sanki. Atanmışlara servis SAN var.



Geriye kalıyor esnaf. Kravat, ceketli esnaf bırak ankarayı tüm ülkeyi saysan bu otobüsün içine doldurmaz. Sanatçı, artist desem? Sabahın bu saatinde o tayfanın belediye otobüsünde işin ne? İndiği durağı görsem, daha tutarlı bir şeyler atacağım ama kalabalıktan göremiyorum. Çoğu zaman da ilgim o durağa kadar daha dağılmış oluyor. Geriye bir ihtimal ama kuvvetli bir ihtimal daha kalıyor. Vaktinden erken emekli edilmiş bir memur. Yılların alışkanlığı, sabahları hazırlanıp çıkıyor. Emekliliğin verdiği mahçuplukla servise de binmiyor. Bu yüzden otobüste. Belki de bir kahvaltı yapıp, iki ertesi otobüsle dönüyordur, kim bilir? Zira, akşamları hiç rastlamıyorum ona.



Bu sabah lacivert çizgili bir takımın içerisine beyaz gömlek giyip, koyu renk takıma uygun da bir kravat takmış. Adamı görünce kendi halimden utanasım geliyor. Görgü böyle bir şey olsa gerek. Görüp öğrenme. Bugün sakalı traşsız. Allah, Allah. Bu adam hiç traşsız bilmez otobüse. Nazikçe izin isteyerek, orta kapıya kadar geliyor. Usulca, selamlaştık. Elbette, domuz gibi yine selamı ben vermedim. Ben hep bot, çizme giyerken bu adam niçin daima kösele salon ayakkabısı giyiyor diye merak edip dururum. Bugün de istisna değil. Bağcıklı köşele dans ayakkabısı gibi bir model giymiş. Sadece ayakkabıdan bütün otobüsü taşralı yapar, bana kalırsa. Kıyak adam diyorum içimden. Böylelerinin göz önünde olması iyi bir şey diye düşünüyorum. Aynı adam evde otursa kime ne fayda?



(4. Bölüm sonu)



5. Bölüm başı



Bir hızla öğle vakti geldi bugün üçlü simit ve ayran yemeyeceğim, diyorum içimden. Kendime ödül vermeliyim.150 gr döner ekmek hayal kuruyorum. Hosta piknik bugün de ana baba günü. Yaklaştıkça bir fevkaladelik olduğunu anlıyorum. Belli bir bölgede kalabalık toplanmış gibi. O çemberin en dar sınırına doğru hamle ediyorum. Yerde sırtüstü bir adam yatıyor. Dizleri bükük, elinin tersi alnının üzerinde. Takım elbiseli, çizgili takım elbiseli. Aman tanrım diyorum! Kalabalığı yarıp? adamın başına Çöküyorum. Kır saçlı bir amca. Otobüsteki janti adam değil. Bir oh çekiyorum ama amcayı unutuyorum bir an. Sonra, soruyorum iyi misin diye. Eşinin yandaki eczaneye gittiğini söylüyor. Tansiyonu düşmüş, dengesini kaybetmiş. Neyseki karısı yanında ve bana göre yanlış alarm. Amcanın da iyi olacağından ümitle kalkıyorum başından. Bir an çok yakın geldi geçti, Allah korusun diyorum. Otobüsteki lacivert çizgili takım elbiseli adamın zihnimde ne kadar yer kapladığını anlıyorum. Babam aklıma geliyor, birden bire gidiyor sonra aklımdan.



(5.Bölüm sonu)

By Kerim Kitapli zaman: Aralık 21, 2016
6.bölüm

Bu akşam dönüş yolculuğu keyifli, "Şeker Portakalı"  üzerinde parmaklar dans ediyor çünkü. Bugünkü açım da iyi. Çok kendi kendimi belli etmeden görüşüm mükemmel. Ara sıra başını kaldırıp etrafa baktığında yakalanmak istemiyorum. Ancak bu akşam kafasını kapüşonun içine gömmüş. Elinde de kitap. İki tane güvenlik duvarı kurmuş kendine. Geçebilene aşk olsun! O yüzden en risksiz olan benim yaptığım. Güvenlik duvarı dışından platonik yansımalar. Şeker Portakalı'nda hangi karakteri kendine yakın buluyor acaba? Hikayedeki çocuğun abisi vardı. Ablası mı yoksa? Kendini çocuğun ablası yerine mi koyuyor? Belki kardeşi var da hikaye ona daha sıcak mı geliyor? Bilmiyorum. Kıyafeti Şeker Portakalı okuyacak gibi gelmiyor bana. Daha çok "Rıhtımlar Üzerinde" ya da "Madam Butterfly"ı uygun görüyorum onun için. Şeker portakalı fazla yalın ve avam onun bendeki yansımasında.

İnecek galiba. Yerinden kalktı. Orta kapıya doğru geliyor. Ben de oradayım. Kitap elinde hala. Ani fren!! Savruluyor, kızcağız. Kitap tam önüme düştü. Çömelmem yeter. Dizlerim titriyor. Ayağımın dibinden kitabını toplarken seyrediyorum. Dona kaldım. Doğrulduğunda orada olmamayı diliyorum ancak imkansız. Bunun, buruna geliyoruz. Suratı beş karış.

-müsaade eder misiniz lütfen?
- Ee, Tabi buyrun

Orta kapı açılıyor. Basamaklardan iniyor. Baka kalıyorum arkasından. Hala kımıldayamıyorum. Donmuşum. Hazırlıksızım. Seyirci olmaktan kurtulamadım. Hayat akıp geçiyor, ben hep tribündeyim.

7.bölüm

Bugün oturuyorum. Soğuk cama yanağımı dayadım. Acıklı gözlerle bana bakacak ayaktaki yolculardan bakışlarımı kaçırıyorum. Bir kez binip bir daha hiç inmeyeceğim bu otobüsten. Gözüm kapalı hangi durakta olduğunu biliyorum sanki!  Bir sesle irkiliyorum
-  affedersiniz, evladım. Sağlık ocağı için hangi durakta inecektik?
-hangi sağlık Ocağı teyze?

Mavi mor damar yolu teyze bu. Bu seferde ilaç yazdırmaya gidiyor herhalde.

- bundan iki durak sonra bir sağlık ocağı var ama onu mu sordunuz bilemedim.
- evet, evet oğlum. Karşısında eczane olacak
- teyzecim o kadarını bilemiyorum
- neyse, artık yanlış olsa da yarın bir daha gelirim. Ne yapayım?

Yerimden doğruluyorum. Ayağa kalkıyorum. Hayatı biraz prova etmek istiyorum.

- teyze, ben de o durakta iniyorum. Oraya kadar size eşlik edebilirim.
- hay allah razı olsun, evladım. Sana da zahmet çıkarttım.
- ne demek, zaten yolumun üstü benim için.

Sağlık ocağına girdik. Teyzenin kaydını yaptılar. Doktor görene kadar bekleyeyim istedim. Koridordaki ikiz iskemlelere oturduk. Sıranın gelmesini bekliyoruz. O sırada çantasından gözlüğüyle beraber bir kitap çıkardı. İlk önce dikkatsizce bakmışım. Sadece hareketleri gördüm. Bir zaman sonra kitaba gözüm ilişti. Şeker portakalıydı bu. Hayretle ve birazda şaşkınlıkla sordum

- siz, siz bu kitabı okuyorsunuz? Ne ilginç
- Sağ ol evladım ama neresi ilginç çok bulunan bir kitap değil mi bu?
- evet öyle olmasına öyle de, şey
-  yoksa, açık saçık bir şey mi?
- hayır, hayır o tarz bir şey değil.
- nedir o takdirde?
- bizim bindiğimiz otobüste de bir hanım bu kitabı okuyor, ondan.bir an şaşırdım.
- benim torunum olmasın? O da bu otobüsle her gün işinden dönüyor bana da bu kitabı o verdi zaten.

Demek torunu ha !! Onu benim gördüğüm göze göre tarif etsem duygularım açığa çıkmış olacak. Daha alçak bir perdeden söze devam ediyorum.

- Ah ne tesadüf ben de ara sıra denk geliyorum.
Torununuz demek? O kadar itiş, kakışın arasında kitap okuyanı görünce insan dikkat etmeden yapamıyor. Bir de kalabalıkta sadece kitap kapağı görünüyor. O yüzden de aklımda yer etmiş.

- Pek dikkatliymişsin sen de, evladım. İşte benim numaram okundu. Haydi bismillah.

Muayene bitip ilaçlarını yenileyen teyze bir reçete ile doktorun odasından ayrılırken koridorda ben de ayak kalkarak onu karşıladım.

- Evladım çok sağ olasın. İşimi hallettim. Ama daha adını bile sormadım. Kusura bakma.

-Sayın, teyzeciğim. Adım sayın yılmaz.

- Memnun oldum oğlum benimki de Hayrunnisa

- Ben de teyzeciğim. Geçmiş olsun gelin sizi durağa kadar götüreyim.

- Sen çok beyefendi bir çocuksun sayın evladım.senden torunuma mutlaka bahsedeceğim. Otobüs aşinalığınız güzel bir arkadaşla dönüşür belki. ben çok isterim.

- Sağ olun, Hayrünnisa teyze. benden bahsedip, torununuzu sıkmayın isterseniz. Nasılsa, bir fırsat daha olur, tanışırız.

- Peki, canım. Ben yine de söyleyeceğim. Sen de otobüste görünce gidip kendini tanıt ona.

- İnşallah

-Allah ısmarladık sayın oğlum.
8. Bölüm

Seyretmeyip, oyuncu olmaya karar verdiğim anda yeni bir kapı açılmıştı, sanki. Belediye otobüsü hayatım, büyüyüp genişliyor. annemden sonra yaş almış bir kadın sohbeti de iyi geldi, özlemişim. O tatlı telaş içindeki, edepli ve her an şaşırır gibi tepki veren kadın tiplemesinden ayrı kalınca eksikliğimi tamamladım bugün.

Güneşli soğuk bir sabah. Alelade bir güne uyanıyor şehir. Ben de. Ayakkabılarımı bile boyamıyorum artık. Nasıl geldiyse, öyle gitsin. Bindiğim duraktan sonraki ikinci durağa yanaşıyor otobüs. Bizim janti, takım elbiseli adamı görüyorum, kapıda. Alışık olduğum kişileri görmenin verdiği rahatlamayı hissediyorum.
Bugün de traşsız ama yine özenli giyinmiş. Kaşkolu da takmış. Paltosu eskilerden belli ama yeni gibi. Zaten şimdi böyle bir kumaşı bulamazsın. Sahici zamanlardan kalma. Yine mutat selamını alıyorum. Rahatlama iyice belirginleşiyor hislerimde. Aynı anda bir karar veriyorum. Bugün indiği durakta ben de inip nereye gideceğini öğreneceğim.

Kendime geliyorum. İşte, Sayın sen busun! Altı durak sonra orta kapıya yaklaşıyor. İyice kapıya yanaşmasını bekliyorum. İnerken beni görürse bir şey sezebilir. Ne de olsa, o da en az benim kadar dikkatlidir.

Otobüsün basamaklarından iniyor. Birkaç adım arkasından takip ediyorum. Parkı geçip, eski bir apartmana giriyor. Ancak zili çalmadan. Dış kapıyı anahtarla açıyor. Ardından kapatıp, Loş apartman boşluğuna doğru kayboluyor. Başımı yukarı kaldırıp apartmana bakıyorum. Öyle iş yeri olacak bir tabela, levha falan yok. Öyleyse burada bir ofis ya da yazıhane olamaz. Başka bir şey. Bir eve geliyor besbelli.

O sırada arkamda bir ses:
Affedersiniz
Buyurun
Hangi daireye bakmıştınız?
Şey, ismini bilemiyorum. Ama biraz önce bizim dükkandan bir bey bu adresi verdi. Daireyi de söyledi ama unuttum. Orta yaşlı, takım elbiseli bir beydi bir de kaşkol takmıştı galiba.
Siz nereden geliyorsunuz? Evladım.
Eczacı kalfasıyım efendim. İlaçları getirmiştim de.
Ha, peki, Suavi beydir herhalde. Biraz önce içeri girmişti.
Evet, zaten 15 dakika oluyor eczaneye geleli
Peki dördüncü kat 21. numara orada oturuyor.
Teşekkür ederim. Lütfen siz önden buyrun.

Hızlıca merdivenlere koşuyorum. Ne yaptığımı biliyor muyum? Diye sorsanız. Cevabım yok!
Ancak, geri dönemem artık. Üçüncü kata kadar çıkarım. Sonra ne yapacağıma karar veririm. Nefesimi tutuyorum ve dördüncü kat 21. no.lu dairenin önüne geliyorum. Henüz kapıyı açık.

Eşikte bir çift erkek ayakkabısı. Salonun penceresinden giren güneşi görüyorum. Kapı önünden hayalet gibi bir çift mavi göz ve kül gibi bir saç bir belirip, bir yok oluyor. Kapı kapanıyor. Kalakalıyorum.
Bilmediğim bir apartmanın dördüncü katı'nda sönen otomatikle merakım daha da artıyor. Bu kadın kim? Suavi bey? Janti takım elbiseli adam mı?

9. Bölüm başı


Kafa karışıklığı, heyecan, merak hepsiyle beraber işyerine gidiyorum. Aklımda o bir çift mavi göz ve 21 nolu daire.

(Hayrünnisa hanımın evi, akşam)

-Kızım sana beni sağlık ocağına kadar götüren, çocuktan bahsetmiştim ya?
-Evet, anne anne. Etmiştin. Nasıl bir çocuktu? Benimle aynı otobüse mi biniyordu demiştin?
-Evet, İsmi Sayın !unuttun mu? Seni kitap okurken görmüş olmalı.

(Pelin içinden düşünürken)
Evet, şimdi hatırladım. Nasıl da dikkat etmemişim. Şu geçen gün kitabı düşürdüm de, yanımda dikilen odun gibi herif değil mi bu? Şimdi bu şekilde söylersem anne annemi üzerim.

-Ha, evet. Sanki simasını hatırlıyor gibiyim.hep kulaklıkla, orta kapıda dikilen bir çocuk var.
-düzgün bir çocuk değil mi? Banada ne güzel yardım etti.
-Öyledir, anne anneciğim.
-Sana o günden sonra hiç Kendisini tanıtmadı mı? Ben sana ondan bahsedeceğimi söyledim.
-Birkaç gün önce yere düşen kitabımı verdi ama kendini tanıtmadı.
-Bir daha otobüste görürsem, cumartesi eve Çaya davet edeyim diyorum. Ne dersin?
-Anne anne saçmalama lütfen. Otobüste tanıştığın insan eve mi davet edilir? Hangi devirde yaşıyoruz?
-Olur mu? Canım. Adını sanını biliyoruz. Benimle sağlık ocağına geldi. Aynı mahallede oturuyoruz, sayılır.
-bırak allasen,. Neymiş, adı?
-Sayın
-Ay o ne biçim ad?Mektup zarfında iki kez yazılıyor. Peşisıra, desene.

-Pelin, dalga geçme! ismi işte. Ben görünce davet edeceğim. Sen istersen evde olmazsın.
-İyi anne anne, ne diyeyim? Sana Allah akıl, fikir versin!

(9.bölüm sonu)

10.bölüm başı

-Bu sabah suavi beyi göremiyorum. Tam o esnada arkamdan tanıdık bir selamlama geliyor. Arkami dönüyorum. Bakıyorum, Suavi bey her zamanki şıklığıyla karşımda oturuyor.
-Ben bu durakta ineceğim. Sanırım sizde biliyorsunuz. Buyrun, beraber bir çay içelim. Zannediyorum, benim hakkımda merak ettikleriniz var.
-Şaşkınlıkla, olur diyerek, daha fazla bir kelimeye gücüm yokmuş gibi durakta iniyoruz.
Onun evinin yolunda ki bir pastaneye oturuyoruz. Başlıyor anlatmaya. Şaşkınlık ve hazır olma duygusu içinde dinliyorum.
-Beni çok uzun zamandır merak ettiğinizi tahmin ediyorum. Siz bakarken diğerleri görmez zannediyorsunuz ama bakan gözleri başka gözler de seyreder. Hatta daha ileri gidip beni takip ettiniz. Üstelik, eve girmek için eczacı kalfası olduğunuza da söylediniz. Eczaneye gidip durumu anlayınca, siz olduğunuza kesin kanaat getirdim.

Beni merak eden başka bir kişi yok. Beni de sizin karşınızda oturan bugün bu işte. Merak edilen biri olmanın kıvancı.

-Giriş bölümünü geçtiğimize göre, bana sizi resmi olarak tanımak lütfunu bahşeder misiniz?
-, Özür dilerim her şey çok hızlı gelişti. Uykulu bir otobüs yolculuğundan bir anda kendimi burada buldum. İsmim sayın yılmaz. Ankaralıyım. Teknik bir firmada çalışıyorum. Yüksek gerilim hattı teknisyeniyim. Her sabah akşam aynı otobüsteyiz. İşte biliyorsunuz. Hoş siz akşamları yoksunuz. Değil mi? Evimde otobüsün son durağında her gün aynı yol sizin otobüsteki varlığınız standart bir yolcunun durumundan farklı gibi geldi bana. Fazla kapıldım galiba. Şimdi de ; ne kadar ileri gittiğimi anlıyorum.
-Hayır. Burada çay içiyorsak, ben de meraklandığım için. İleri gittiniz belki ancak ben bundan o türlü bir rahatsızlık hissetmedim.
-Hadi artık, meraklarımızı giderelim bakın size anlatayım:
Çok uzun yıllar önceydi. Mühendislik fakültesi nde öğrenciydim. Bize Rusya'dan bir hidrolik hocası gelecek dediler. Geldi de. Bayan Ludmilla. Deniz gibi masmavi gözleri ile gencecik dal gibi bir kadındı. Hidrolik dersini hiç derste öğrenemedim. Zira gözlerinden kendimi alamıyordum. Dersi geçtim ancak geceleri diğer arkadaşlarımdan aldığım notları çalışarak geçebildim. Hala iyi anlamam. Ama Ludmilla'yı hiç unutmadım. İlk derste giydiği kıyafetler dahi hatırımda. Çiçekli,  yakalı kaşe ceketi siyah iri kemik düğmeliydi. Gözlerine uygun tektaş bir kolye takmıştı. Ben mezun olduktan sonra zengin bir müteahhit ile evlendi. Ancak irtibatı koparmadık. Kocasının işleri Libya'da idi. 1980 lerde işleri bozuldu. Adam iflas etti. Ludmilla,büyüdüğü yokluk koşullarına geri döndü. Kocası da bir süre sonra, hastalanıp öldü. Bıraktığı apartman dairesini çocukları apar topar sattılar. LudMilla evsiz, barksız kaldı. Üniversitede lojmana çıktı. Seneler sonra emekli oldu. Memleketi Odessa hep karışıktı .Geri dönemedi. Kaldı. Emekli olunca lojmandan çıktı. Bir ev kiraladı. Zamanla kendi işini yapamaz hale geldi. Ben kendisine bir gürcü kadın tuttum ona ev işlerinde yardım etmesi için. Zamanla daha da yaşlandı. Ben de emekli olmuştum babadan kalma daireme onu yerleştirdim. Şimdi 86 yaşında, o daire de yaşıyor. Girdiğiniz apartmanın dördüncü katı 21'in no.da. Mavi gözleri hala güzel hala pırıl pırıl. Saçları Kırım semaları gibi grimtrak mavi. Ludmilla'yı hiç bırakmadım o zamandan beri.

Onuncu bölüm sonu)

(11. bölüm başı)

Koskoca bir hikayeyi, yaşamı, bir çay İçimi zamanda dinlerken büyülenmiş gibiydim. Kendime gelmem zor oldu. Sonra, Suavi Bey'in hikayesini dinledim. Ama onu sonra anlatacağım. Çok eski bir dostla vedalaşır gibi ayrıldık, o gün.
Ondan sonra birkaç hafta otobüste gözlerim onu aradı fakat yoktu. Kayboluvermişti sanki. Hikayesini anlatıp, gitmişti.

Bugün otobüste her zamanki yerinde oturuyordu. Hayrünnisa hanımın torunu. Elinde kitap yok. Bu sefer bakışlarını benden kaçırdığı aşikar. Kısa aralıklarla kafamı sallıyorum. Kararlı olduğum bir şeyi yapmadan önceki beden eğitimi hareketleri. İndiği durağa yaklaşırken yerinden kalkıyor. Ben de hamle ediyorum. Beni ekarte edip, basamaklardan bir çırpıda iniveriyor. Hemen arkasından da ben iniyorum
-Afedersiniz!
Umursamaz bir tavırla hızlanıyor adımları. Adını hatırlıyorum. Pelin!
-Pelin hanım, afedersiniz.
-Buyrun!
-Geçen günkü kabalığım için beni bağışlayın, lütfen! Kitabınız önümde yere düştü. Şaşkınlıktan davranmaya fırsat vermeden siz aldınız.
-Bir şaşkınlık lafını kabul ediyorum.
-İzin verin kendimi affettirmek isterim.
-…
-Lütfen benimle bir çay içer misiniz?
-Olur.
-Cumartesi öğlen bizim eve gelin. Anne annem çağırıyor.
-Cumartesi, tabii.
-Bu arada ben sayın. Kendimi tanıtamadım.
-İsminizi biliyorum sayın bey.
-Adresi sağlık ocağı kayıt defterinden hatırlarsınız umarım.
O kadar net konuştu ki hayır demeye fırsat vermeden çekip gitti. Cumartesi öğlen ha! İşe bak sen! Evlerine gideceğim. Ama anneannesi de var ne demek şimdi bu acaba? Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz!. Yoksa daha ciddi bir şey mi? Cumartesiye daha çok var. O zaman yarın akşam babama uğrayayım. Cumartesi gidemeyeceğim.

11. bölüm sonu
12. bölüm

Babamın evine girdiğimde burnuma yoğun bir boya kokusu çarpıyor. Ev tertemiz badana olmuş. Her yer pırıl pırıl. Şaşkınlıkla babama bakıyorum. Pencerenin kenarında ki koltuğunda müstehzi bakışlarıyla beni süzüyor.
-Evi boyattım.
-Orası anlaşılıyor da. Nasıl?
-Katalok da görmüştüm. Aradım. Mağaza müdürü ile konuştum. Durumu anlattım. Geldiler bir gün de hallettiler.
-Peki beni neden aramadın?
-Seni neden meşgul edeyim.
-Sen boya yapılırken içerde mi kaldın?
-Hayır canım. Aşağıdaki komşuya gittim.
-Pes doğrusu baba. Bravo ama çok güzel olmuş.
-İstersen seninkini de boyatalım ne dersin?
Yok canım. Benim boyabat ana daha yeni. Belki pencere doğramaları değiştirir. O zaman senden yardım isterim.
-İstediğin zaman evladım. Babalar ne güne duruyor?

Koltuğunda iş bitiren bu adama acımak üzereyken bir kez daha saygı duyuyorum. Sınıf müsameresi seyretmiş bir babanın mağrur edasıyla bir başka babaya veda ediyorum.

13. bölüm

Alarm çalmadan uyandım. Çok mu şişmiş suratım? Aynada tüm açıları deneyerek izdüşüm egzersizleri yaptıktan sonra: kanaat notu geçer! Şimdi endişe sırası hangi gömleği giymeliyim de. Yoksa, önce pantolonumu? Seçmeliyim. Elbette, kendimi göstermek adına bana hiç ait olmayanları seçiyorum. Ve seçtiklerime ikna oluyorum. Başka zaman Sokakta giyeni görsem, yolumu değiştireceğim.
Dik bir yokuşu tırmanırken kafan kah yere bakar kah ileriye.iki, üç adımda bir kırık dizlerinin üstünde ortopedik takviye olacak avuçların sıkıca kavrarlar onları. Ciğerlerini hissedersin. Sırtın dikleşir, bu sefer arka arkaya bayır aşağı düşeceğim zannedersin. İşte tam o sırada sağ cenahtan biraz ileriden biri, yerçekimi akıntısında Pata Pata paletle yürüyor gibi gelmektedir. Üstünde senin bugün seçtiğin kıyafetler. Bütün yokuşu yukarı yürüme zorluğun içerisinde: suratın buruşur. Gözlerin kısılır. Uzaklaşmak istersin. Yukarı gidecek takaatın yoktur. Geriye bıraksan kendini düşecek, onun yoluna serileceksin. Acıtarak gelip geçecek bir kavşak anısı olarak kalsın deyip bir koca nefes daha alıp devam edersin.
İşte öyle bir an bul! Gardolabın karşısında.


Çiçek mi? Çikolata mı derken saksıda Yuka ile buluyorum kendimi. Elbette adres için sağlık ocağına gitmedim ancak Pelin otobüsten inince evine kadar gizlice takip ettim. Oturdukları apartmanı böylece öğrendim. Apartmanı bulduktan sonra gerisi kolay. Dış kapıdaki isimlere göz gezdirirken buluyorum:
-Hayrunissa Talay daire 7.

Zile basmadan kapının açık olduğunu fark ederek dalıyorum apartmana. Hızlıca merdivenlerden yukarı birinci kat daire dört, kat iki daire yedi. Hahh!! Kılık kıyafet, Neta. kaykılarak derin nefes alıp basıyorum zile. İçerden telaşlı ayak sesleri yerine sessizlik... Bir daha, bir daha. Seda yok. Kapıda kimse yok. Cevap veren yok.

14. bölüm

Pelin otobüste de yok. Suavi bey gibi. Otobüstekiler kayboluyor. Kaybolmalarına seyirci kalmayacağım. İlk önce Pelin lerin apartmanına bir kez daha gidiyorum. Zili tedirgin bir umutla çalıyorum. Tedirginlik kısmı galip geliyor. Umut ölüyor. Birkaç dakika fasılalarla zili çalarak bekliyorum. Arkamdan gelen bir kapı sesi ile yönümü komşunun dairesine doğru değiştiriyorum. Kapıya çıkan kadıncağız:
-Kime bakmıştınız?
-Ben, hayrünnisa hanım teyzelere bakmıştım da
-Kim oluyorsunuz?
-Hısımlarıyim.
-Öyleyse biliyorsunuzdur.
-Neyi?
-İzmir'e gittiler. Apar, topar.
-Hayrunnisa ablanın kızı hastalanmış. Geçen gün haber gelince acilen çıktılar.
-Aa anladım. Efendim. Hay allah! Sizde telefonları var mı? Acaba
-Var da siz adınızı söyleyin, ben bir arayıp sorayım kendilerine. Ters bir şey olmasın.
-Tabi, tabi anlıyorum.
-Dilerseniz ben ismimi ve telefon numaramı bırakayım. Siz arayıp söylersiniz.
-Tamam, öyle yapalım. Kusura bakmayın, sizi ilk kez görüyorumda. Yanlış anlamayın.
-Elbette, anlıyorum sizi. En doğrusunu yapıyorsunuz.

6 nolu daire komşusuyla yeniden filizlenen umutla ismimi ve telefonumu yazdırıyor ve ayrılıyorum.

15. bölüm

İkinci durağım: LudMilla'nın evi. Suavi bey 'i soracağım. Ludmila bir kaç kez zili çalmamdan sonra kapıyı açıyor. İlk önce gözlerini görüyorum. Sanki, gözleri önünde asılı durup sana bakıyorlar, sonra yuvalarına geri dönüp bütün bir baş oluyorlar. İkinci duyum; evden gelen arşivlik bir koku. Yıllanmış eşyalar, tatlı bir ılıklık, biraz naftalin, mutfakta pişmeyen ocak tüsüsü, hepsi nostaljik bir sarsılışla beni sarmalıyor. Usulca kendimi tanıtıp, Suavi bey'i soruyorum. Beni içeri buyur ediyor. İki büklüm, yelekli sırtı salona yöneliyor. Ayakkabılarımı çıkarmak için hamle ediyorum. Dizlerim bükük, işaret parmağım ayakkabının kıçında. 1-2 santim içeri dalmış,kanca görevi görecek. Tam o sırada iki eliyle işaret ediyor. Mangala yelpaze sallar gibi yukarıdan aşağıya, bırak diyor. Gözlerini kısarak. Yine de ayak ucunda salona giriyorum. Anlıyorum ki, Suavi bey benden bahsetmiş. Tanış gibi bakıyor. Konuşmakta zorlanıyor ya da konuşmak istemiyor. Ancak, tüm söylediklerimi anlıyor. Duvardaki gençlik fotoğrafına işaret ederek.
-Siz misiniz? Ne kadar zarif bir fotoğraf?
Mahcup bir tavırla dudaklarını gülümsemek için dudaklarını aralıyor. Bakışlarını hafifçe öne kaçırarak. Seneyi işaret ediyor elleriyle!! "Oooo" diyorum.
-Maş Allah!

İkinci bir şey söylememe mahal bırakmadan eliyle kahve fincanını ağzına götürerek beni işaret ediyor.
-Zahmet olmasın. Diyorum. Telaşla kalkıyor yerinden, mutfağa doğru.

Bayatlamış, köpüksüz kahveyi, çok ahir zamanların desenleri ile bezeli ince porselen bir fincandan içiyorum. Bu sefer, mazruf değil zarf zarif. Evin bütününde olduğu gibi. Kahveleri bitirince bana bir mektup getiriyor, Ludmilla. Rusça resmi bir mektup. Hiçbir şey anlamıyorum. Sadece Kırım'dan yollandığını görüyorum. Güç bela ağzından
-Kremiya, problem, Suavi.
Lafları çıkıyor.

Anlıyorum ki, Suavi Bey Kırım'a bir mesele halletmek üzere gitmiş.
Kırım'dan gelen mektubu kahve telvesini ve mavi çakmak gözleri ile Ludmilla'yı ılık kokulu evin köşesinde bırakarak vedalaşıyorum. Bir tane de kartvizitimi bırakıyorum vestiyere. Ludmilla'ya işaretle karışık; Emercensi, telefon, ben diyerek. Kafasını sallıyor, kapıyı yavaşça arkamdan kapatıyor.

16. Bölüm

Otobüs artık bomboş geliyor. Koltuklarda oturanlar, ayaktakiler, sabah- akşam gidip gelen diğer kader arkadaşlarıyla dolu ama benim gözüm tanıdık simalar arıyor. Sebze gibi ben de sallanıyorum, otobüsün içinde. Ne Pelin, ne de Suavi bey'den haber yok hala. Pelin'in oturduğu koltukta başka kız var artık. Sadece bakıyorum. Göremiyorum onu. Oturduğu koltuk bile bana ondan daha tanıdık. Otobüsü sahiplenirim sanmıştım. Ancak, onları sahiplenmişim meğer.

Bu hafta sonu: İzmir'e mi gitsem ? Öyle.. Aramadan, sormadan. Babamı pas geçmiş olacağım. Sonra, suçlu hissederim. Olmaz gidemem. Gözüm, kulağım Pelin'den gelecek telefonda. Ancak, arayamıyorum da. Bekleyerek isteklerim yerine gelir mi? Hiç sanmam! En iyisi kısa mesaj yazmak. Hem harekete geçmiş olurum. Hem de beklemiş. Ilık oda yapıyorum kendime. Hamamdam çıkanlar, soğuğa çıkmadan önce bir süre dinlenir ya. O misal! Peki: nasıl başlamalıyım?

- Merhaba, pelin. ben Sayın ...

Üff. ne kadar resmi.

- Selam, Pelin, nasılsın?

Bu da çok hippi oldu. Annesi hasta olana, nasılsın denir mi?

- Pelin, bir ihtiyacınız var mı? Müsait olunca arar mısın?

Ehh, daha ihtiyaç odaklı, yardım çerçevesinde, kibar ve mesafeli. Olabilir.
Gönder e basıp gidecek de. Nereye?Telefon numarası ben de yok ki? " Mesajı sil" e bastım.

Başladığım noktadayım.

17. Bölüm

Telefonla uyanıyorum.Saat sabahın beşi. Hattın diğer ucunda Ludmilla var. Geveleyerek bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Zor zahmet " eve gel" dediğini anlayabiliyorum. Uyku sersemi hazırlanıp çıkıyorum.

Dairesine  ulaştığımda onu salonda otururken buluyorum. Dış kapı açık. Dirsekleri dizlerinde, önüne bakarken karşısında oturuyorum. Yavaşça başını kaldırıyor. Uzunca bir süre bana bakıyor. Sonra, ağzından bir- iki kelime dökülüyor:

- Suavi. Rahmetli, oldu!

Ne? Nasıl oldu? Ne zaman derken, elçilikten gelen resmi yazıyı elime tutuşturuyor. Kırım'da ani bir kalp rahatsızlığı sonucu hastanede sizlere ömür olmuş. Başsağlığı dileklerini ileten ve cenaze işlemleri ile ilgili bilgi de veren mektubu dikkatlice son satırına kadar okuyorum.

Suavi Bey ve Ludmilla'nın bu işlerle uğraşacak kimsesi olmadığından, cenazeyi almak üzere Kırım'a gitmek üzere hazırlanıyorum. Bir ertesi günkü uçak ile de rahmetliyi Türkiye'ye getireceğim.

Akşamüstü varıyorum, Kırım'a. Taksiye cenazenin konulduğu hastanenin adresini veriyorum. Hastanede bin bir türlü izahattan sonra yetkililerle bir noktaya gelebiliyorum. Teslim alacak kişinin ben olduğumu resmi yazıyla ibraz etmem gerektiğini bildiriyorlar. Eertesi gün elçiliğin açılmasını bekleyeceğim. Bu o demeye geliyor.

Gözümün, bir kaç saattir aşina olduğu yerlerin dışına çıkmadan bir otele giriş yapıyorum. Otelin, hemen altında Sovyet zamanından kalma yüksek tavanlı, yıkık-dökük bir şarküteri cinsi bir büfe görüyorum. Daha çok, içkilerin, duvardaki raflarda sıra sıra dizili olduğu ve bir kaç çeşit sucuk, salam türü yiyeceğin satıldığı bir dükkan bu. Dükkanın tam ortasında; yüksek ayaklı bir yuvarlak masa duruyor. Üzerinde boş plastik bardaklar ve meze tabakları. İstediğim içkiyi elimle işaret edip bardağa koyduruyorum. Limon dilimi de istersem farkını da vereceğimi öğrenerek, tabi. Ucuz bir hesap çıkacağına fazla yorulmadan kanaat getiriyorum. Ucuz olanı fazla tüketme güdüsüyle votkaları peşi sıra yuvarlıyorum. Arkasından mezeler. İçinde ne olduğunu anlamaya çalışmamın bir yararı yok. Hafif yağlı ve tuzlu ve de votka ile mükemmel gidiyor. Bir kaç adım sonrasının otel odası olmasının rahatlığı, ertesi günkü elçilik sorumluluğunu bertaraf ederek, akşam bedenimle birlikte sona eriyor.
18. Bölüm

Tahminimden daha az bir baş ağrısı ancak daha fazla bir uyuşukluk hissi ile ertesi sabah uyanıyorum. Elçilikdeki işlemler, yanıma verdikleri tercüman, hastanedeki gidip-gelen insanlar, teslim alma bürokrasisi, gözümün önünden sisli bir sahnede sırasıyla geçiyor. Başımı yasladığım uçağın koltuğunda en son pastanede çay içtiğim Suavi Bey'in ölü bedeni ile yolculuk yapıyorum,şimdi. İş yerimden aldığım iki günlük izni, yıllık iznimden düşerler mi ? Üzgün müyüm sahi? Henüz hissedemiyorum galiba. Anonslar birbiri ardına uçakta yankılanıyor. Ülkeye yaklaştıkça hüznüm belirginleşiyor. Cenaze ve Ludmilla'yı aynı karede hayal edince daha da derinleşiyor.

Kime haber vermek gerektiğini de bilmiyorum. Kimsesi var mıydı? Ya da Ludmilla biliyor muydu? Zaten çökmüş olan Ludmilla iyice çöküyor. Yere doğru hem de, tam da gözümün önünde. Evden çıkabileceğini tahmin etmiyorum. Bana verilen resmi belgelerden derleyebildiğim ölçüde sade bir vefat ilanını gazeteye yazdırıyorum. Ertesi gün de defin işlemleri yapılacak.

Toprak kefen bezine atılırken, kazılan çukurun yanındaki tümsekden düşen bir kaç parça taşın hareketiyle bir parmak şaklıyor kulağımda. Son haftada yaşadığım rüya halinden uyanmaya başlıyorum. Uyanık halim ve yabancı halimle yüzleşiyorum. Bu yaşadıklarım. Bu ben miyim?

Bir kaç kişi ile cenazesini kaldırdığım Suavi Bey'den geriye Ludmilla ile oturduğu ev kaldı şimdi. 2 canlı 1 cansız varlık. Topu topu bu kadar. Zaten, akraba olarak cenazeye kimse gelmemişti, Onun en yakın akrabası ben mi oldum?

19. Bölüm

Çok uzun zaman sonra evde yalnızım. Başımı salondaki sofanın yumuşak yastığına koyup, gözümü kapatıyorum. Belediye otobüsünde bütündüm. Şimdi, paramparça oldum. Dağıldım. Her sabah soluduğum otobüsün kalabalıklığı içindeki yalnızlık havasını özledim. Merak ettiğim ve uzaktan seyrettiğim hayatlar şimdi benim hayatıma karıştı. Seyretmek ve kulaklıkla başka sesler duymak daha güvenliymiş. Kitapların kapak ve iç sayfaları gibi. Farklı. Talepkar. Akıcı, hayal kırıklığına yolcu. Zor, korkutucu. Ağız kokusunu otobüsteki yolcudan çekmeyi yeğliyorum. Eğer sorarsanız.

Babamdan sonra, Ludmilla'nın sorumluluğunu hissediyorum. Bir kaç ay önce tanımıyordum oysa.
Pelin'i hiç düşünmüyorum. Zorla bir şeyler yapmak istemenin haricinde bir ağırlığı yok artık hayatımda. Öyle kapısına dayanıp, içimdekini haykırmak da istemiyorum. Kendime saklayacağım. Unutmaya, soldurmaya, meyilliyim. Zaman da bana yerinde yamaklık ediyor.

Artık, heyecanla ertesi sabahı bekliyorum. Otobüsün gelişi, durağa yanaşması. Kaldırım taşı. hemen yanı başındaki mazgal demirleri. . Sokak lambası.  Kenarda birikmiş, bisküvi ve gofret ambalajları. Çift şerit park etmiş tuğralı beyaz megane. Hepsi, burnumda tütüyor adeta.

Sabah olsa…

20. Bölüm

< Radyo anonsu, Ludmilla'nın evi>

- Bu sabah saat sekiz sularında, Ankara Yenimahalle'de meydana gelen ve bir belediye otobüsünün karıştığı trafik kazasında ilk belirlemelere göre 2 kişi hayatını kaybetmiştir. Üzücü kazada ağır yaralanan 2 kişi de Gazi Üniversitesi İbni Sina Hastanesi yoğun bakım servisinde tedavi altına alınmıştır. Hafif yaralı 5 kişi ise civardaki hastanelerde tedavi edilerek taburcu edilmişlerdir. Kazaya, çift şerit halinde park eden bir aracın, kontrolsüz çıkış yapmasının sebep olduğu sanılmaktadır.

<......>


. S   .O.   N.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder