Küçük bir çocuğun elinden tutuyorum bugün. Soğuk, kuru soğuk elleri çatlamış. Bir yokuşu çıkıyor. Sol tarafında top oynadıkları arsa, kimse yok
şimdi. Hemen yanında çitlerle çevrili ve
bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları ve ortasında yabancı bir ülkenin bayrağı
olan bir yabancı misyon evi. Her iki
sokağa da çıkışı var. Yokuşun başında
elma tadında ama iri kiraz büyüklüğünde Japon elması adını verdikleri mucizevi
meyve ağaçları. Yokuşu tırmanıyoruz,
karşımıza yönetim şekli yakın zamanda değişen ve çitlerin arkası gri metal
levhalar ile kaplanan bir elçilik binası daha çıkıyor. Kapısındaki tanıtım fotoğraflarındaki katı
propaganda senaryosu ancak erişkin aklı ile anlaşılabilecek cinsden. Şimdi, tek öne çıkan fotoğrafların
renksizliği. Bu binayı geçer geçmez kar
yağmaya başlıyor. Bir anda önümüzdeki
kaldırıma kadar biriken yığılmış kar kütleleri ile karşılaşıyoruz. Elimden kayboluyor küçük çocuk. Şaşkınlığımın arasında yanakları kıpkırmızı,
elindeki eldivenleri kaymış ve yırtılmış bir halde beliriveriyor. Bir kızağın üstünde yanımızdaki yüksek eğimli
arsadan kayarak gelmiş ve ancak kaldırımda durabilmiş. Nasıl mutlu, bana kartopunu
çağrıştırıyor. Sıkı, soğuk ve yuvarlak. Üzerindeki karları temizleyerek yürümeye
devam ediyoruz. Ellerimiz ve ayaklarımız
ıslak ve soğuk. Önümüzden gömlek cebinde
dört renkli kalem taşıyan gözlüklü, tanıdık ve dalgın adam geliyor, yaklaşıyor
ve geçiyor. Tanıdıklığımızı belirtmek
yerine, sadece bakıyoruz. Simitçi
geçiyor bu sırada karşı kaldırımda “ ssimiiidiyeooo” diye bağırarak. Kafasının üzerinde taşıdığı tablasının
altında yine simit şeklinde yağlı, kirli bir kumaş parçasına takılıyor gözü
küçük çocuğun. Her defasında, ilk önce
hafifçe dizlerini kırıyor ve
eğiliyor. Bir eliyle başının üzerinden
tablasını alırken, diğer elinde taşıdığı portatif ayakları açıyor ve tablayı
üstüne koyuyor. Bu esnada boynunu çok
fazla kırmıyor. Başının üzerinde o
yağlı, kirli kumaş parçası bir azizin resmedildiği bir hare gibi zihinlerimizde
yer ediyor. Okula yaklaştıkça mavi/lacivert
renkli beyaz yakalı önlüklü çocukların içerisinde biri gözüne çarpıyor. Boğazlı yakalı kazağı önlüğünün içinden çıkmış
çantası ve kabanı farklı taraflarda.
Alanını genişleterek yürüyor. Kah
duruyor, itişiyor duvar dibinde kah koşarak karşı kaldırıma geçiyor. Kirli kar ve buz birikmiş, ortasını sanki
marangoz rendesiyle oyup, derinleştirmiş kayarak çocuklar. Kenarından geçiyoruz. Genzimiz yanıyor, hava da kurum. Çalan zil
sesiyle birlikte okulun bahçesindeki kalabalıklara karışıyor, küçük çocuk. Geçiyor zaman. Hayat.
Yıllar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Önceki Yazılar
-
►
2019
(6)
- ► Temmuz 2019 (1)
- ► Mayıs 2019 (1)
- ► Nisan 2019 (1)
- ► Şubat 2019 (3)
-
►
2018
(14)
- ► Aralık 2018 (1)
- ► Eylül 2018 (2)
- ► Haziran 2018 (1)
- ► Nisan 2018 (1)
-
►
2017
(11)
- ► Aralık 2017 (2)
- ► Kasım 2017 (1)
- ► Eylül 2017 (2)
- ► Haziran 2017 (1)
- ► Mayıs 2017 (3)
- ► Nisan 2017 (1)
-
►
2015
(20)
- ► Kasım 2015 (1)
- ► Eylül 2015 (1)
- ► Ağustos 2015 (2)
- ► Temmuz 2015 (2)
- ► Haziran 2015 (4)
- ► Mayıs 2015 (4)
- ► Nisan 2015 (1)
- ► Şubat 2015 (1)
-
►
2014
(51)
- ► Aralık 2014 (2)
- ► Kasım 2014 (6)
- ► Ağustos 2014 (5)
- ► Temmuz 2014 (2)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (4)
- ► Nisan 2014 (1)
- ► Şubat 2014 (6)
Etiketler
- Deneme (19)
- Duvar Yazıları (4)
- Kısa Hikayeler (3)
- Şiir (9)
- Taşlama (2)
- Tefrika Hikaye (2)
Dalginligin bu kadari. :-)))
YanıtlaSil