Babaların Akşam Sofraları

Her babanın akşam sığındığı bir liman vardır.  Kendi yarattığı denizden dönüp geldiği.  Gerçekten seni gördüğüme memnun oldum bakışları ile başlar o akşamlar.  Yalnız ve güvensiz olduğu sulardan, güvenli ve ıssız bir koya yolculuktur bu.  Baba olmanın ağırlığı ile insan olmanın hafifliğini karıştırırlar orada.  Ölçüsünü sadece kendisinin bildiği ama neden ölçü koyduğunu bilmediği içkileri ile demlenir sofralar.  Şimdi,gündüz başından geçenleri süzdüğü, ertesi güne eylem planı olarak hazırladığı karargahlarındadırlar.  Karısının ellerine sağlık, yemeklerinin lezzetine yapılan iltifat sofra sonuna doğru sadece karısının kendi olduğu için duyduğu kıvanca dönüşecektir o sofralarda. 

Çocuklarının gözlerinden kendilerine bakarlar, arayıp bulmak istemediği birini görünce irkilirler.  İrkilince ayılırlar.  Çocuklarına sarılırlar, o hayal, baba ve çocuk bir süre beraber olurlar.  Ayrılma vakti geldiğinde babanın yüzünde gülümseme belirir ve çocuğunu bırakır.  Bir sonraki buluşma vaktine kadar herkes kendi oyun bahçesine çekilmiştir.

Usulca ve yavaşça kendisi ile ettiği kavgadan tatlı bir teslimiyete yürümeye başlamıştır.  Niye kavga ettiğini unutacak, her erkek gibi başta yapması gerekeni sonda yapacaktır. Teslim olacaktır.  Kendi korkuları, geçmişi, işi ve adını ne koduysa tüm düşmanları onu teslim almadan bu gecelik teslim olacaktır.  

İlk teslimiyeti anılarına olacaktır.  Babasının sofralarına, her babanın kendi sofrasına ithal ettiği bir şey vardır oradan.  Bardak camının inceliği, salatanın ekşiliği, bir iki mısra, eşe gönderilen tatlı sözler, kadeh kaldırılan birisi. Masadaki neşeli yüzler belirir sonra, hani her kadehten sonra bir fıkra söyleyen Necdet amca.  Acaba sağ mıdır şimdi?  Ali İsmet amca, Şahika teyze, İsmail abi, Hulusi bey amca, Cemile hanım teyze.  Suratlar önlerinden geçerken, lezzetlerin damakta bıraktığı tatlar da belirir.  Anneannenin haşhaşlı böreği,  komşu Gülbahar hanım teyzenin bumbar dolması, annenin barbunya pilakisi.     
   
Sofradan aldığı bir çatal ucu mezenin tadı zihnindeki eskiden kalmış lezzetler ile karışmıştır.  O lezzetleri sofradakiler ile eşleştirme çabası beyhude olmasına rağmen gayret devam edecektir.  Limon, tuz, sirke, biberden medet umulacak ancak onlarda yardımcı olamayacaklardır.  Hayal kırıklığı ile karılara yüklenilecek;
Hanım buna sen terbiye yapmış mıydın? Ya da
Hanım, bunun tuzu az mı olmuş?

Gibi hem hanımını hem de kendisini o bulundukları noktadan bir dirhem öteye götürmeyecek cümleler bir boş ver ile sona erecektir.  Nostalji treninin lezzet vagonu katardan ayrılmıştır.

Çocukların yemeklerini bitirdikleri beyanatları ile tabakta bırakılan artıklar ters düşe dursun. Sofra toplanmaya başlamıştır.  Sofra yarenliği konusunda acemi karı ile anılara ortak kabul etmeye isteksiz koca yalnız başlarına köşelerine çekilmek üzeredir.  Sofradan tabaklar toplanırken, çocuklara oyuna dalacaklar, evin hanımı mutfakta kirli bulaşıkları yıkarken evin içindeki yalnızlığına hayıflanacak bir taraftan da akıp giden kirler suya karıştıkça kendisini rahatlamış hissedecektir.

Sofra da  kalan birkaç tabak ile demin iyice yoğunlaştığı bardak sessiz ortaklıklarını devam ettireceklerdir.
Bu aşamada, teslimiyet, hayattan beklentiler ile bugün işgal edilen yerin tanjant noktasına odaklanmıştır. Bunun ilahi repliği : “ Buna da şükürdür ! ” Şükür ki, sağlığı yerindedir, bir yuvası vardır. Çocukları yanında ve aklı başındadır.  Fedakar ve cefakar bir hayat arkadaşı vardır.  Allah, gecinden versin, sıralı ölümler birbirini izlemiştir. 

Ferit’in bölüm müdürü olması, Ahsen’in zamanında kapattığı arsasında kat karşılığı yaptırdığı apartmandan kira gelirleri, Ümit’in karısını boşayıp Bodrum’da hovardalık yapması, işe yaramaz Bülent’in hamarat ve sevecen bir kadınla evlenmesi, işte bütün bunların yansımaları, şimdi kıskançlık ve özenti duyguları ile karışmış bir umursamazlık pelerini ile teslim olmuşlardır.
Teslimiyet ilerledikçe bütünleşme başlar.  Ruhunu sofrada birleştirme çabası kendiliğinden kodlanmıştır sanki genlerine.  Darmadağın olmuş düşünceleri, yaptıkları ve hissettikleri birer ikişer birleşmeye başlar.  Aslında tümleştirmek için oturmamıştır sofraya.  Sofranın ve babanın birlikte imgesel anlamı kendine dönme veya kendini bulma ritüelini tetikler istemeden.  Her sofrada bir parça tamamlanır.  Her akşam bir eksik bulunur ve yerine yerleştirilir.  Eğer, o parça tam olarak yerine oturmadıysa bir sonraki sofrada bir şekilde yeniden ortaya çıkar.  

Bu yap boz oyunu sofranın anlamını kavrayana kadar devam eder.  Kimileri, karargah benzetmesinden yola çıkarak  bu durumu şöyle yorumlar: kendi ruhumu birleştirmek için yapmam gerekenler var, bunu anlamalı ve eylem planlarıma bunu dahil etmeliyim.  Böylece bulmak ve birleştirmek için arama başlar. Kimileri de, oyun benzetmesinden yola çıkarak, dağınık olan her şey zamanı geldiğinde birleşiyor, birleşen her şey de zamanı geldiğinde dağılıyor.  Ben ne yapsam da bu benim dışımda gelişiyor.  O zaman sonuca değil, yani birleştirmeye ya da dağıtmaya değil bu yap boz oyununa odaklanmalıyım.  Nasıl bozdum, nasıl yaptım? Ve sonra, yaptığımı, nasıl bozdum?

Artık sofra amacına hizmet etmiştir.  Üzerinde duran bir iki tabak ve bir bardaktan da bir çırpıda kurtulur.  Temizlenir ve bir sonraki akşamı bekler, vakurla.


İşte, babaların sofraları böyle kurulur her akşam…      


*********************************************

1 yorum:

Önceki Yazılar