İki ayağımın üzerinde dikilirken - Bölüm I


Benim adım Ozan Kasabalı. 

İlk ayağa kalkıp yürümeye başladığımın üzerinden çok zaman geçti.  Geçmeye de devam ediyor.  Ellerim iki yana açık paytak, paytak yürürken ki duygu damarlarımda dolaşıyor, hala.  Hayatım, şimdi daha başka!  Bambaşka.  Ayaklarımın üzerinde dikilirken çok renkli şeyler görüyorum.

Gökyüzü, mavi ve beyaz bulutlar, kirli kiremit çatı ve yağmur oluğu...

Tepemdeki bulutlar benimle beraber yürüyor, sanki.  Başım yukarıda az kalsın birine çarpıyordum.  Binaların arasından gökyüzünü seyrederek yürümeyi seviyorum.  Kurtulamadım bir türlü bu aylak alışkanlığımdan.  Orhan Veli de yürürken açılmış bir çukura düşüp hastanelik olmuştu.  Bu talihsizlikten kısa bir süre sonra da vefat etmişti.  Bir çukura düşeceğim, böyle giderse.  En azından büyük şairde düşmüş der, avuturum kendini.  Eski binaların arasında kalmış ucube yeni yapıları pas geçiyorum. 

Hızlı, hızlı yürüyen hanımların içerisinde en hoş giyimli kadın hangisi?  Bayılıyorum onu aramaya.  En önemlisi ayakkabı ve çorap uyumu bence.  Sadece o zamanlar gözlerimi yerde yakalıyorum.  Sonra saçı, başı ve elindeki çantası.  Ve bunların içerisinde uyumlu, elegan bir çehre arıyorum.  Bir tanesini görünce de hayal etmek için, sanki, gökyüzüne bakıyorum.  Dalıyorum, bulutların arasına.  Onu, bir misafir salonunda hayal ediyorum.  Koltukta nasıl oturmuş?  Bacak, bacak üzerine nasıl atmış?  Ayak uçları, dizlerin gerisinde mi? ilerisinde mi? Elleri, kolçakta mı? Yoksa dizlerinin üzerinde mi? Aaa evet, saatime bakmalıyım.  Gecikmişim.  Gecikme mahcubiyeti ile hızlanıyorum. 

Asansörün soğuk, gri renkli kapısını üzerindeki onlarca özensiz, anahtarcı, tüpçü, kebapçı çıkartmaları ile beraber oluşan görüntü rahatsız ediyor, beni!  Asansör dediğin 2 kapılı olmalı.  Birinci kapı dışa doğru, ikinci kapı yanlara doğru açılmalı! Bizimki antika, yani cins manasında.  Sıkıca basmayıp, "o " derinden gelecek " kılaksss" sesini duymadan parmağını kaldırmamalısın butondan.  Yoksa, almıyor!  Neyse, kata doğru çıkıyoruz.  Acaba, Pelin gelmiş midir?  Onu görüp işe başlayınca, günüm daha güzel geçiyor.

Hay Allah kahretsin! kravatımda kocaman bir yağ lekesi var.  Sanki kendi deseni gibi fark etmemişim.  Ceketimin önünü ilikliyor, o lekeyi ceketin içine gömüyorum.  Nasılsa, masaya oturunca görünmeyecek.  Bu gerginlikle Pelin'in karşısına çıkamam.  Hele ki onun konuşurken, kravatımı düzeltme alışkanlığı var, hiç olmaz.  Hızlıca masama doğru ilerliyorum, daha millet mutfakta herhalde, masalar boş.           

../ devamı yarın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Önceki Yazılar